29 Nisan 2020 Çarşamba




Köklerin Güçlü Dostları: Mikorizalar



Seda GÜLLÜ/Ege Üniversitesi Mikrobiyoloji



Doğada canlılar sadece kendi cansız çevreleri ile değil, aynı zamanda birbirleriyle de etkileşim halindedirler. Herkesin de bildiği gibi iki ya da daha fazla canlının birbirleriyle doğrudan ve yakın bir bağlantı içinde olmasına simbiyoz denir. Simbiyotik ilişki, bir tarafın zarar gördüğü (parazitlik) , her iki türün de yarar gördüğü (mutualizm) veya bir türün yarar gördüğü diğerinin ise ne yarar ne de zarar gördüğü (kommensalizm) şekilde olabilir. Bunları kısaca hatırladıktan sonra, gelin hep beraber fungusların büyüleyici ve şaşırtıcı dünyasından mutualistik ilişki örneği olan mikorizalara bir bakalım.. 



Mikoriza terimi yunanca mycos (fungus) ve rhiza (kök) kelimelerinden oluşur. Bu terim tam anlamıyla ‘kök fungusu’ anlamına gelir. Bu mutualistik birliktelik bitki kökü ve fungus arasında oluşur. Dünyadaki bitkilerin büyük büyük bir çoğunluğunda mikorizal funguslar bulunmaktadır. Peki birbirlerine sağladıkları yarar nedir? 
Aslında bu yararlar oldukça fazladır. Temel olarak ise, fungus bitkiden temel C ve organik maddeleri temin ederken, fungusun hiflerinin oluşturduğu ağsı yapı sayesinde bitki kökleri toprak içerisinde ulaşamadığı kısımlara kadar ulaşır. 



Bitkiler için fosfor çok önemli bir mineral kaynağıdır. Mikorizal funguslar oluşturdukları hifler ile fosforun emilimini hızlandırır. Ayrıca bitkiye olumsuz çevre koşullarına karşı (kuraklık stresi, aşırı tuzluluk, toprak patojenleri, ağır metal toksisitesi..) korur. Hatta bazı bitki türleri bu mikorizal birlikteliği kurmak zorundadır. Orchidaceae familyasında yer alan orkidelerin tohumları son derece küçüktür. Çimlenmeye başladıklarında sadece birkaç kök tüyü oluştururlar. Orkide tohumlarının iyi bir çimlenme ve gelişme gösterebilmesi için uygun mikorizal funguslarla temasa geçmesi gerekmektedir. Aksi takdirde fide ölür. Bu bitkilerde oluşturulan mikoriza tipi coil (bobin) yapısı da oluşturabilmektedir. 




Monotropaceae familyası yaşamları boyunca klorofilden yoksundur. Tüm gereksinimleri için mikorizal birlikteliğe ihtiyaç duyarlar. 
Mikorizal simbiyoz biyologlar ve ekologlar açısından önem taşır çünkü mikorizal funguslar bitki çeşitliliği ve bitki verimliliğini arttırır. Toprak iyileştirilmesine katkıda bulunarak, bitki gelişimi için toprağı daha verimli hale getirir. Hifleri sayesinde toprak partiküllerini bağlayarak toprak erozyonunun önlenmesine katkı sağlar. Ayrıca kimyasal gübre kullanımını da azaltır. 
      


Mikorizalar gibi doğada diğer canlılar da mükemmel bir birliktelik içindedirler. Bu birliktelikler bozulmaması gereken bir dengeyi oluşturmaktadır. Eğer doğayı kendimize rehber alırsak asla yanılmayız. Bu muhteşem değenin korunması ve doğayı daha iyi anlayabilmek dileği ile.. 


Hazırlayan: Seda GÜLLÜ


Kaynakça
Barman, J., Samanta, A., Saha, B., & Datta, S. (2016). The Oldest Association Between Plant and Fungi.
Boer, W., Folman, L. B., Summerbell, R. C., & Boddy, L. (2005). Living in a fungal world: impact of fungi on soil bacterial.
Deacon, J. (2006). Fungal Biology. Blacwell Publishing.
Heijden, M., Martin, F. M., Selosse, M.-A., & Sanders, I. R. (2014). Mycorrhizal ecology and evolution: the past, the present, and the future.
Öztürk, N., Basım, E., & Basım, H. (2017). Tarımda Mikorizal Fungusların Etkinliği.
Smith, S. E., & Read, D. (2008). Mycorrhizal Symbiosis. Elseiver.
Watkinson, S. C., Boddy, L., & Money, N. P. (2016). The Fungi. Elsevier.
Yıldırım, F. (2014). Fiğ (V.sativa) Bitkilerinin Gelişimine Farklı Mikorizal İnokulasyonun Etkisinin Belirlenmesi.
              


            DOĞU UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ VE BİLİMSEL GELİŞMELER




Serap German / Ege Üniversitesi Mikrobiyoloji










Emperyalist batının tarih anlayışı Orta Asya ve İslam Uygarlığını görmezden gelerek bilimin ve uygarlığın sadece antik ve Batı kaynaklı olduğu safsatalarını yazarak gerçeklere gözlerini kapatmıştır.Bu anlayış aynı zamanda Avrupa Aydınlanma çağının köklerini yine Antik Yunan tarihe dayandırmaya çalışarak tarihsel hataya düşmüşlerdir.Avrupa Aydınlanma çağının kökleri sanılanın aksine Antik Yunanda değil Doğu Uygarlığındadır. Doğu Rönesans’ı Antik Yunan ve Roma medeniyetleri ile Batı Rönesansı arasında bir köprüdür.

Avrupa merkezci tarih anlayışı, Batı uygarlığını, kendine özgü tarihsel gelişmenin ürünü olarak görür. Buna göre, bugünkü Batı uygarlığı, insanlığın genel gelişim çizgisinden ayrılmış, daha verimli bir yola sapmış ve diğer uygarlıklar karşısında üstün bir konuma gelmiştir. (1) Oysa her coğrafya ve toplumlardaki gelişmeler zaten kendi iç dinamiklerinden doğduğu için özgündür. Bu tarih anlayışı, tarihi bütünsel görmeyi reddetmekle yani tarih bilimine ihanet etmekle birlikte ‘’Avrupa Uygarlık Mucizesi’’ mitine dönüştürmüştür.Bu mite göre Batı uygarlığı Yunanistan’da doğmuş Roma Üzerinden bugüne ulaşmıştır.Bu kurgunun gerçeklikle pek bir alakası yoktur ama ideolojik ihtiyaçlara cevap vermektedir Emperyalist ideolojiye göre çağdaş ve uygar olan ne varsa kendi köklerindedir ve Doğu her zaman durağanlığı ,yobazlığı ve geriliği çağrıştırır.Bu ideolojik argümanların sonucu 18. ve 19. yüzyıllarda batılı toplumbilimciler tarafından şekillendirilmiş olan tarihçiliğe oryantalizm adı verilmiştir.Oryantalistler ,doğu halklarına karşı ötekileştirici ifadeler kullanmışlardır.

Tarihi gerçekler ise bambaşkadır bu yazıda Türk ve Arap Uygarlıklarını yani İslam Uygarlığına düşmanlık yapan ve batı tezlerini savunanlara karşı Doğu Rönesansı’nın doğuşunu kendinden önceki ve sonraki medeniyetler arasında ördüğü köprüye dair özet şeklinde bir başlangıç yapacağız.


İstiridyedeki inci



Kayıp Aydınlanma yazarı Starr’a göre 680-740 yılları arasında Orta Asya’nın Araplar tarafından fethi 750 yılındaki Abbasi devriminde Orta Asyalıların rolü ve Halife Memun'un 819 yılında Bağdat'ı ele geçirmesi, Orta Asya'nın zaten antik olan medeniyetinde yeni bir evre yarattı. Bundan birkaç yüz- yıl sonra, şimdi Doğu Iran, Batı Çin ve Kırgızistan'dan Afganistan boyunca güneye uzayan Büyük Orta Asya Dünya'nın merkeziydi. Burada Dünya'nın en büyük ticaret antreposu ve en zengin şehirleri bulunuyordu. Geçmişin zengin mirası, şimdinin kültürel ilişkileri ve bir çok düşünür ve sanatçıyı destekleyecek miktarda servet, çalışmak ve üretmek için ideal bir çevre yaratmıştı.(2) Orta Asya aydınlanma tarihi binlerce yıl, hem özgür düşünceye hem de dini alanda , yeni bilgilere ve görüşlere kucak açtığı görülür.Bu açıdan, yeniliğe ve eleştiriye açık,sonsuz öğrenme güdüsüyle hareket eden ve kendinden emin bir medeniyet­tir. Orta Asya’nın o dönemdeki entelektüel birikimi,Antik Yunan Uygarlığından çıkmış Aristoteles , Platon,Batlamyus gibi bilginlerin öğretilerinden etkilenerek ve o öğretilerin üzerine koyarak ilerlemiş , Avrupa rönesansı’nda filizlenen birçok düşüncenin tohumlarını atmıştır.
Doğu uygarlığı,Turan coğrafyası , Çin, Hint, Mezopotamya, İran, Anadolu uygarlıklarının bir sentezidir. İpek Yolu çağdaş, toplumcu, paylaşmacı ve bilim alanında ilerleyen bir Asya uygarlığının birbirine bağlanmasını sağlayan manevi ve kültürel bir köprüdür. Bu kültürün mitolojik simgesi ise, Farslarda Simurg, Araplarda Zümrudu anka, Ruslarda Ateş Kuşu adlarını alan, Huma Kuşu ya da Umay Ana'dır.Asya uygarlığı Çağdaş, aydınlanmacı, akılcı yeni değerler, bu kültürel birikime, simge ve değerlere aşılanarak yükselecektir.(3)
Orta Asya Uygarlığını,istiridyedeki inciye benzetebiliriz.İstiridye içine giren kum tanesini sedefle kaplar ve sonunda inci oluşur.Orta Asya Uygarlığı da öğrendiği her bilgi tanesini alır ve o bilginin üstüne koyarak inci gibi parlayan zihinler yaratır.
Ekonomik,kültürel ve siyasi alanda yükselen Asya Uygarlığı felsefe ve matematiğin gelişmesi ile sınırlı kalmamış diğer doğa bilimlerinin de ayakları yere basmıştır.





İSLAM UYGARLIĞININ YÜKSELİŞE GEÇİŞİ



Sasanilerin 4.yüzyıldan itibaren Çin-Hint ticaret yolunun ele geçirmesiyle bölgede ekonomik sarsıntılar yaşanmış ve kabileler arası çatışmalar şiddetlenerek toplumsal krizler ortaya çıkmıştır.Bunlara Pers ve Habeş saldırıları eklenince kabileler arası birlik güçlenmeye başlamıştır.Böylelikle merkezi otoritenin güçlenmeye başlamasıyla kentleşmeler ,işgal bölgelerinin örgütlenmesi,tarım arazilerinin işlenmesi,ulaşım,taşıma ve teknolojiye olan ihtiyaçlar artmıştır.
İslam Orta Asya’da 7.yüzyılda doğarken Antik Yunan ve Roma kültürü çökmeye başladı.Roma İmparatorluğu döneminde başlayan duraklama ve sonrasında imparatorluğun çöküşü, bu uygarlığın karanlık bir döneme girmesine neden olmuştu.İkinci Roma olarak görülen bizans ise bu kültür mirasını devam ettiremediği gibi antik zamandan kalan birçok eserede hasar vermiştir.
İmparator Marcian yaklaşık bir buçuk asırdır heretik yorumlu dini düşüncelerin kaynağının İskenderiye olduğunu biliyordu ve bir daha bu fikirlerin yeşermemesi için 1 Ağustos 455 tarihinde imparator, Mısır Valisine gönderdiği fermanda.İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını emretti.Bazı tarihçilerin İskenderiye Kütüphanesinin Hz. Ömer’in yaktığı iddiası tamamen asılsızdır.(4)
İleri zamanlarda Urfa akademisi ve Platon akademisi kapatıldı.Bu koşullarda Nasturi keşişleri,Atinali ve İskenderiyeli filozoflar Bizans’ın zulmünden İran’a kaçtılar.İran coğrafyasında Sasanilerin hoşgörüsü sayesinde kültürel zenginlik artmış ve bilimsel tartışmalar alevlenmiştir.Birçok antik zamana ait eser çevrilmeye başlamıştır.Suriye ve İran’ın Araplar tarafından fethedilmesi toplumsal ve siyasi değişikliklerle birlikte bilime olan meraklı çalışmalarıda kamçılamıştır.
Dünya medeniyet tarihine bakıldığında, Yunan medeniyetinin aklı ve felsefeyi, Hint medeniyetinin mistisizmi, İslam medeniyetinin de kendine özgün temel özellikleri olduğu görülmektedir.



Haraçlı toplumdan Uygar topluma


İslamiyet ile kan bağı olan kabile toplumundan feodal ilişkilerin kurulduğu devlet düzenine geçilmiştir.Kabile toplumu içindeki bütün insanlara islamiyeti yayarak ümmet kardeşliğine dönüştürmüş(5).Hz.Muhammed’in getirdiği hukuk sistemi ile ticaretin yağmalara ve baskınlara karşı korunmasını sağlamıştır.Bu tarihsel sıçrama medeniyete geçiştir.Batı’da İspanya’ya doğuda Asya içlerine doğru uzanan bu imparatorluk 7-15. yüzyıllar arasında dünyanın merkeziydi.Türk -İslam Uygarlığı ,Sümerlerden Antik Yunan ve Roma mirasını geliştirerek Avrupa Rönesansı’nın kaynağı olmuştur.Emevi,Abbasi,Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları Doğa bilimlerinde , teknolojik atılımlarda ve kültürel zenginlikleriyle tarihe büyük bir birikim bıraktılar.
İslamiyet bu coğrafyada çeşitli halklarla ve onların farkılıklarıyla yüzyüze gelmişti.Helen-Hristiyan ve İran-Fars kültürleri İslamiyet ile uzlaştırılarak ticaret geliştirilmiş ve büyük bir kültür devrimi yaratılmıştır.Sokrates ,Eflatun,Aristoteles’i Neoplatonizm kurucusu Plotinos’un aracılığı ile tanımışlar aynı soruları sorup cevaplarını aramışlardı.


Doğunun rasyonalist hareketi olarak anılan Mutezile akımına (Kelam) göre iman Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amelden oluşur.Bu akım İslamın akıl ile yorumlanmasını savunanlar tarafından benimsendi.Onlara göre doğa yasalarını akıl yoluyla keşfedebildiklerine göre bu durumda akıl ile vahiy arasında bir çatışma söz konusu değildi.Mutezile akımı Hicri ikinci asrın başından dördüncü asrın sonuna kadar İslâm düşüncesinde önemli bir yer edindi.(6) "Bağımsızlaşan" anlamına gelen Mutezile akımı, 10. ve 11. yüzyılda çok sayıda bilim adamını ve filozofu etkisi altına aldı. Ebul'l-Huzeyl, İbrahim Nazzam, Hayyat, Cahiz, Ebu'l Maali, Fahreddin Razi, Seyid Şerif Cürcani, Sadüddin Taftazani, İbn Sina ve Nasirüddin Tusi olduğu birkaçıdır.Daha sonra bu akım, Endülüs'te İbn Bacce ve İbn Rüşd üzerinden Batı'yı da etkisi altına alacaktır. Batı'nın 12. ve 13. yüzyıllarda yaşayan R. Bacon, Th.Aquinas gibi ünlü düşünürlerini en çok etkili du bu akım oldu.(7)




ORTA DOĞUNUN BİLİM MERKEZLERİ : ŞAM VE BAĞDAT



Emeviler Döneminde , Yahudi ,Hristiyan,Manist ve Müslümanlar bir arada yaşıyor çarşı ve pazarları bilimsel felsefi tartışmalardan geçilmiyordu.İmparatorluk merkezinin Şam’ taşınması bilim ve kültür birikimi Şam’da merkezileşti.Emeviler,750 yılında Kufe merkezli bir halk ayaklanması ile yıkılmıştır.Böylece imparatorluk merkezi Şam’dan Bağdat’ kaymıştır.Merkezin Bağdat’a Kaymasıyla siyasi ve kültürel birikim Hint ve Çin ve Türk kültürleriyle zenginleşti.Abbasi döneminde dünyanın her yerinden kitaplar getiriliyor ve hepsi arapçaya çevrilerek kütüphaneler zenginleşiyordu.Bu kitap çevirileri ve halka açık kütüphaneler aydın sınıfı ve muazzam bir entelektüel birikim yaratarak bilim, felsefe ve teknolojik icatların gelişmesine neden olmuştur.
Bu oluşan entelektüel birikimin merkezileşme ihtiyacı doğmuş bu ihtiyacı karşılamak için Halife El-Me’mun Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) okulu ile Endülüs arasında bilim köprüsü kurulmuştu. Doğu dünyasında İskenderiye, Antakya, Harran ve Bağdat‟ta kurulan çeviri okullarına benzeyen bir okul Toledo‟da da kuruldu. Toledo‟da yüze yakın Doğu eseri önce Latinceye sonra halk dillerine çevrilmiştir. Bu çalışmalar sayesinde Avrupa‟da ilginin Doğuya yönelmesine sebep olmuştur. Herder, “Avrupa, kültürünün oluşmasında Endülüs kültürüne çok şeyler borçludur” tespitini yapmıştır.34 Toledolu çevirmenlerin öncelikli ilgileri Arapçaya çevrilmiş Grek asıllı kaynaklara dönüktü. Yapılan çeviriler sayesinde doğudaki bilgi birikimine ulaştılar.(1)
Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) ile başlayan süreç Doğu Uygarlığı için bir dönüm noktasıdır.Bilim medreselerin rasathanelerin kurulması,fizik matematik,Biyoloji ,Tıp,astronomi ,mineroloji,tarih ,coğrafya,felsefe,botanik gibi bilim dallarında çok ileri gelişmeler yaşanmıştır.


BİLİMSEL GELİŞMELER


İslamlar Yunan ve Hint aritmetiklerini kullanarak yeni işlemler geliştirmiş bu işlemleri gelitirenler Ebu-l fazl ibn Türk ve Mehmed Bin Musa Harezmi adında iki Türktür.Cebiri daha ileriye götürerek matematin özel bir konusu olmasını sağlamışlardır.
New York Üniversitesi'nden Draper, evrim düşüncesinin ilk tohumlarını İbni Heysem'de bulmaktadır. Íslam dünyasında tıp ve doğa bilimleri alanlarındaki büyük araştırmaların İbni Rıdvan, İbni Zühr, İbni Baytar tarafından yapıldığını ve nihayet İbni Sina'nın Kanun'u ile tamamen sistemleştiril- diğini biliyoruz. Bu eserlerin de önemli bir kısmı Batı'ya geçmiş Batı tıbbının ve doğa bilimlerinin oluşmasında etkili olmuştur.(7)


DÖNEME DAMGASINI VURMUŞ BİLGİNLER


İsâ bin Ali: Latinler tarafından "Jesu Haly" diye tanınırdı. Liber memorialis opthalmicorum adlı eseri çevrildi.
Ebû Yusuf ibni İshak el-Kindî: Eserleri en çok çevrilenlerden olan bilgin, Latin dünyasında "Alkindus" olarak tanınırdı. Astrone miye, tıbba, meteorolojiye, ruhbilimine ve astrolojiye ilişkin biçcok eseri ile Aristoteles'ten aktardığı De Anima adlı eser Latinceye çevrilmiştir.


Ebû Bekr Mehmed bin Zekerya-r-Razî (841-926): Latin dünya-sında "Rhazes", "Alrazes" veya "Albubator" adıyla tanınırdı. Ortaçağ sonuna kadar Avrupa'da en büyük üstatlardan biri olarak kabul edildi. Hippokrates ve Galenos'a ait yorumları ile kendi eserlerinin bir kısmı Latinceye çevrilmiştir.


Yahya bin Serabi: Bu bilginin adı Latincede "Serapion Senior" veya "Janus Damascenus" diye ünlüdür. Kendi eserleri çevrildiği gibi kendisi de çeviri yapmıştır.


İbni Heysem: Latincede "Alhazen" adıyla tanınan, matematik ve fizik alanındaki birçok eseri çevrilen ünlü bilgindir.


Ebû Yakub İshak Süleyman el-İsrailî (850-941): Tarifler hakkında kitap, Unsurlar kitabı gibi eserleri Latinceye çevrildi. Eserleri Omnia Opera Isaac adıyla toplandı ve 1515'te Lyon'da basıldı.


Ali bin Abbas: Doğu'dan çok Batı'da tanınan İranlı bilgin. Latinler tip ve astrolojiye ilişkin eserlerini "Haly Abbas" adıyla tanırlar.


Ebû Cafer bin İbrahim Ebû Halid (1004): Elgarîze adlı eseri çevrilmiştir.


Ebû Ali Hüseyn ibni Abdullah ibni Sinâ (980-1037): Avrupa’da "Avicenna" adıyla tanınan ünlü bilgin, tip ve felsefe alanında asırlarca hüküm sürmüştür. Birçok filozofu etkilemiş, tip alanında rakipsiz bir üstat olarak yeni devirlere kadar etkisi devam etmiştir. O dönemler Avrupa'da İbni Sinâ çevirmeni ve yorumcusu olmakla ünlü kişiler vardı. Başta Kanun, Şifa, Kitab-ün-nefs, Necat gibi eserleri olmak üzere, felsefe, fizik, tip, simya alanlarında birçok eseri Latinceye çevrilmiştir.


Banu Musa : Dokuzuncu yüzyıl Bağdat'ında Halife Memun ve haleflerinin yönetimi altın­da bilimsel camiayı yönetiyorlardı. Ahmed, geometri ve astronomi çalışmalarının yanı sıra, Yaratıcı Cihazlar Kitabı adlı pratik cihaz­ larla ilgili öncü bir çalışmaya imza atmıştı.


Ebu Reyhan el BİRUNİ (973-1048) :Harezm' den gelen Hezarfen, önce Ürgenç'teki Harezm'in Şahları (Şimdiki Türkmenistan) yönetiminde gelişmeye başlamış, sonra çalışmalarını Gazneli Mahmud'un Afganistan'daki sarayında sürdürmüştü. Astronomi, jeodezi, tarih ve sosyal bilimler üzerine olan çalışmaları onu, antik çağ ve Avrupa rönesansı arası dönemde en büyük bilim adamı yapmıştı.


Ebu Nasr Muhammed el-FARABİ (870-950): Modern Kazakistan'ın Otrar bölgesinden batıda bilinen ismiyle Alfarabius, Aristoteles'ten sonra "ikinci öğretmen" olarak anılır. Mantığın büyük kaşifi Farabi, bilginin her alanını kurgulamıştır.


Ahmed el- FERGANİ (797-860): Şimdiki Özbekistan'ın Fergana Vadisi'nden gelen gök bilimcisi. Fergani'nin Elementler'i astrono­miye dair Arapçada yazılan ilk eserlerdendir. Batıda Alfraganus olarak bilinir, en fazla okuyucusu olan "Arap" gök bilimcisi olarak












DOĞUDAKİ BİRİKİMİN BATIYA GEÇMESİ


Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) çalışmaları Endülüs ve Sicilya’ya kadar gitmiş ve uygarlık birikimi Avrupa kapılarına kadar dayanmıştı.Ortaçağ Batı kütüphaneleri yazar ve çeşitlilik açısından çok azdı.Bilimsel araştırma için araçları olmadığından Doğa bilimlerinde çok geridelerdi.11.ve 12. yüzyıllarda İtalya’nın işgali ve Haçlı Seferleri ile İslamlar ile tanışan Avrupa yayın ve çeviri faaliyetlerini artırdı.Güney Avrupa’da kurulan ilk medreseler mimarisine ve müfredatına kadar neredeyse İslam Medreselerinin aynısıydı.13.yüzyılda Montpellier ve Boulogne medreseleri ardından Paris Üniversitesi ,Oxford,Cologne Üniversiteleri kurularak bilim merkezleri İngiltere ve Almanya olmuştur.Bu okullarda İbni Rüşdcülük ve İbni Sinacılık akımları başlamış bu düşünce sistemlerinin birleşmesiyle Hristiyanlık felsefesi haline gelmiştir.(8)Batı dünyasındaki bu gelişme 14.ve 15. yüzyıllarda bilimsel ve felsefi ataklara geçmesine ve bağrında doğacak olan Batı Rönensansı’nın besin kaynaklarını biriktirmesine neden oldu.Batı Rönesans’ı da insanlık tarihine büyük katkılarda bulunmuş Aydınlanma Devrimi’ne yataklık etmiştir.Fakat bu süreci açıklayan batılı tarihçilerin ortaya attığı Antik Yunan’ın devamlılığı tezleri doğru değildir.Doğu Uygarlığından edindiği bilgilerle Batı uygarlığı kurulmuş hatta Antik Yunan kültürüyle o zaman tanışmışlardı.








KAYNAKÇA :






  • Kayıp Aydınlanma S.Frederick Starr sayfa 665












  • Hz.Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi Doğu Perinçek syf 35-50








  • Doğu Uygarlığının Yükselişinin Tarihsel Nedenleri yayfa 79




28 Nisan 2020 Salı




 Kanserle İlgili Doğru Bilinen Yanlışlar ve Gerçek Doğrular,
                    Yumiyum Şekerleri ve Daha Fazlası:


                                       

                                                 Alkali Diyet - SESLİ KİTAP - Dr. Ayşegül Çoruhlu - Storytel


Ege Baran Coşkun / Ege Üniversitesi Biyomühendislik

Kanser olmak kötü bir şey. Tedavisi de öyle. Ama bazı asılsız saçma yöntemlere yönelecek kadar değil. 2-3 yıl önceydi, teyzeme pankreas kanseri teşhisi konulmuştu. Doktoru bu tip kanseri “geceleyin gelen hırsız gibi” olarak tanıtmıştı. Çünkü pankreas kanserinde sıklıkla hiçbir belirti görülmez; her şey çok geç olmadan önce. Benzetmedeki hırsızın çaldığı şey ise yaşam.
Teyzeme teşhis konduğunda, isimsiz olarak tutacağım biri:
Aaa çok geçmiş olsun. Ama çok güzel bir çözüm var. Karatay dedi ki eğer teyzen ketojenik diyete b…” 
“Susar mısın LÜTFEN!” 
Onlara müdahale etmiştim. “Sadece başka bir şey söyleme.” 
 Teyzemin az zamanı kaldığını biliyordum ve benim de abuk sabuk kanser tedavilerini dinlemeye zamanım yoktu. Başka kimin bu zırvalıklara zamanının olmadığını bilmek ister misiniz?
Kanser hastalığı olan kişilerin.
Sıklıkla denk geliyorum bir tane organizasyona, bu organizasyon umutsuz insanlara sözdebilim satarak kar yapıyor. Ve saf insanlar tarafından bedavaya tanıtılıyor. Ben de bu yeri araştırırken bir arkadaşım Facebook’tan bana soru sordu:
“İnsanlar gerçekten beslenmenin terminal(iyileşmesi mümkün olmayan ve ölümle sonuçlanması beklenen) kanseri iyileştireceğini inanıyor mu?”
İnternet evreninden biri, sanırım Google Üniversitesi’nde açıktan onkoloji okuyor, çıkageldi ve şunu yazdı: “Evet. Beslenme kanseri önler ve kanseri iyileştirir. Ama inançsızlık iyileşme olasılığını körükleyecektir. Büyükler der ki sen ne düşündüğün, ne yediğin ve kim olduğuna inandığından ibaretsin. İyileşmenin tarifi inanç, ahlâki liyakat, ve gerçek yiyeceklerdir.”
Sonra yüce bilgeye soru yönelttim: “Peki ameliyat, radyasyon ve kemoterapi gibi modern kanser tedavileri hakkında ne düşündüğünüzü sorabilir miyim?”
Bilgenin yanıtı mı? Buyurdu: “Onlar para tarafından ve hırs tarafından kontrol ediliyorlar. Araştırmalara teşvik primi verenler psikiyatrik ilaçları satıp refah kazanan kişilerdir. Bir sürü prensip zamanın kumlarına gömülmek zorunda kalacak, çok yüksek maaşlı işler geçerliliğini yitirecek ve psikiyatrik ilaçlar vagonundan inip meditasyon uçağına bindiğimiz takdirde bir sürü ego darbe alacak. Kanser ve tüm hastalıklar olması gereken iyileşmenin uzun ince bir yoludur.
Sonra aynı sorunun altına Fularlı Asiye Teyze yazdı: ”Detoks çayları harikalar yaratıyormuş ablacım. Biz de mi içsek bunlardan?”
Başka biri: “Kanser asidik ortamda yaşar. Eğer vücudunuzu alkali yaparsanız kanser hücreleri ne büyür ne de hayatta kalabilir. İşte bu kadar basit!”
Bir tek Ekşi Sözlük’ten biri gelmemişti. Nihayet o da oldu ve bunu yazdı: “Çoğu kanser türleri 100 yıl önceden beri b17 vitamini bakımından yüksek gıdaların telef edilmesinden dolayı meydana geliyor.


Sonra ani bir karar verdim; gözüme mavi camlı, siyah çerçeveli 3 numaralı gözlük, 2 gündür banyo etmediğimden ikide bir dökülen kepekler daha da dökülmesinler diye kumaş, çizgi tasarımlı bir bandana ve az önceki cümlelerde çok edebi bir yazı yazmaya kalktığım için kendimi iyice elit bir havaya sokmak adına yanıma da buzlu çilekli sütümü aldım ve bu antin kuntin sazan avı yazıcıkları bir bir tiftikleyip üzerlerini zımzıklamaya koyuldum çünkü kendi kendime zaman kaybı şeyler keşfederek kendime işkence yapmayı seviyorum. Ama en çok Rıza Baba’dan gelen ilhamla sürekli olay yerine yakın olup yalancı zirzoplar tarafından türetilmiş arka sokak yalanlarını aydınlatmayı seviyorum.

Kanser Hücreleri Asidik Ortamda Yaşar Bu Yüzden Vücudumuzu Alkali Yapalım Ki Kanser Olmayalım:
 Asidik ortam, kanser hücre metabolizmasının yarattığı sonuçtur. Vücudun asidik olması ve bu yüzden kanser hücrelerinin büyümesinden ziyade kanser hücreleri kendisinin büyümesine yardımcı olacak asidik ortamı yaratıyor. Ayrıca 2014’te yapılan bir araştırma kanser hücrelerinin alkali ortamda da büyüyebildiğini gösterdi. Ve halen etrafta asit tüketiminin kanseri riskini arttırdığıyla ilgili hiçbir delil yok. Vücuda zarar verebilecek tek bir asit var o da fosforik asit. Kendisi koladan geliyor ve asidin yapısı kemikteki kalsiyumu emiyor.

Detoks ya Resulallah:
   Aaa evet en sevdiğim… Biliyor musunuz, insanın yazmaması gereken bazı yazılar var. Mesela çocukların neden Calgon Bulaşık Deterjan Kapsülü’nü yememesi gerektiği, veya neden bir insanın 30 kiloluk bir yelekle okyanusta yüzmeye çalışmasının iyi bir fikir olmadığı gibi. Peki ya oruçluyken botoks yaptırmak orucu bozar mı? Bunu da açıklamaya gerek yok. Ve normal şartlarda “Detoks un kilo kaybı veya karaciğeri temizlemek, dolaylı olarak ta kanseri bitirmek için ne kadar abes olduğunu yazmamam gerekiyordu. Ama yine de buradayız. 2 -ya da daha fazla- absürt konuşan kişinin kendi yaptığı en son detoks programı veya ürünü hakkında konuşmasını başkalarından işitmediğim hiçbir hafta yok ve sadece Çağla Şikel ve Ebru Şallı’dan bahsetmiyorum.
  Sırf bu organik tuzakları yüzünden Sezen Aksu ve bir sürü kişi rahatsızlandı. Hatta bazı kişilerin kanserleri pekişti.
  Ama belki bir umut, sen ve ben bu tiranlığı bitirmekte rolümüzü oynayabiliriz. Bunu git sosyal medyada paylaş. Hatta sayfayı yazdır ve detoksçu tayfanın alnına yapıştır. Şu abzik gobzikliği bitirmek için her şeyi yap.
O zaman konuya gelelim.
  Bugünlerde günlük hayatımızdaki çevresel toksinlere karşı gelişen bir endişe var. Doğrudur, mantıklıdır da. Fakat detoks ürünleri üreten firmalar, ürünlerinin hedef aldığı toksinlerin 3-4 tanesi söyleyebilselerdi, bu toksinleri arındıran ürünlerin etkileri hakkında açıkçası daha iyi hissederdim. 2009’da bazı bilim adamları 10 detoks ürünü tedarik eden şirketle röportaj yaptı ve bu şirketler bir toksin ismi bile söyleyemedi.
  Detoks komünitesinin hatası, vücudun zaten etkili yapabildiği şeyi; ancak meyve suları, uzun süre açlıklar yaparak insanların kurtulacağı inancında yatıyor. Halbuki bunun için bağırsaklarımız, karaciğerimiz, böbreklerimiz var. Ama bunu söyleyeceğim: İnsanoğlunun vücuduna karşı hiç bu kadar kimyasal saldırı olmamıştı ama çay veya baharatlarla dantellenen limon suyu size yardım etmeyecek.
  Bazı insanların gerçekten detoksa ihtiyacı var. Bu insanların çoğu aşırı alkol, opioid, kokain, ketaminheroinmetafetamin kullanmış olması ya da Torbalı gibi ilçelerde, fabrikaların yakınında yaşayan insanların olması gibi. Ve bu tip ağır toksinlere uzun süre maruz kalanların sağlık müdahalesine(aktif kömür, aşırı dozda ilaç içtiyseniz veya şelasyon, ağır metallere maruz kaldıysanız) ihtiyacı var, karahindiba çayı değil. 
Ancak vücudumuzda biriken inatçı organik kirleticiler var. Ben İNOK diyeceğim. İNOK’ların isimleri Scrabble oynarken yüksek puan kazanmak için kurduğunuz kelimeler gibi. Bu İNOK’lar vücutta birikiyor ve vücut yağında depolanıyor. Bunlar diyetinize başlayana kadar problem teşvik etmiyor olabilir. Detoks diyetinden gelen, fazladan kalan kimyasallar kana karıştığı zaman ki bunlar yağ kütlesi kaybının faydalarının çoğunu sıfırlar ve kafanızın bulanık ya da kendi cümlemle bulanık beyinli olmanıza sebep olur. 
Ama iyi haber, bunlara maruziyetinizi azaltacak birkaç yöntem var.
Mantıklı DETOKS
1) Organik ürünler tüketmeye çalış. Fakat eğer bunları satın alamıyorsan aldığın diğer meyveleri 1 litreye karşılık 7 gram(1 tatlı kaşığı) karbonat bulunduran su bulunduran bir kaseye koy 10-15 dk bekle veya en azından sabrınız tükenene kadar.
2) Dondurulmuş ya da konserve edilmiş meyve-sebzeleri alın. Yıkama ve beyazlatma prosesleri pestisitleri %80 den %90 lara varabilen oranda azaltıyor.
3) Bol miktarda lif tüket. Fiberler İNOK’ları sindirirken yakalayıp içeride hapsediyor.
4) Lahanagillerden -brüksel Lahanası, brokoli, karnabahar- tüketin. Sülfürofan hücre koruyucu enzimlerin düzenini uyarıyor. Sitokoruyucu enzimler kimyasal belli kanserojenlere karşı kimyasal temizlik sağlıyor. Tütün dumanı gibi.
5) S-Adenozil Metiyonin, enginar tüketin.
6) Fabrikaların dibinde veya kimyasal kirleticilerin çok olduğu bir yerde yaşamayın. Tabi bunu söylemesi kolay. Eğer ailevi şartlar veya iş şartları nedeniyle oralarda yaşamak zorundaysanız evinize HEPA filtresi taktırın.

  Diyeceğim şudur ki sözde bilim insanları iyileştirmiyor ve etrafta kanserin ilacını gizleyen büyük bir komplo yok. Toplumun sahip olduğu tek umut bilimsel olarak kanıtlanmış yöntemlerle, ameliyat, radyasyon ve kemoterapiyle. Ayrıca yeni terapi ve immunoterapiler geliştiriliyor. Bunlar da onkologlara kanser hastalarını tedavi etmek için daha fazla olasılık tanıyacak. 
Biliyoruz, bu tip tedaviler keyifli değil. Bazıları yaşam uzatıyor, bazıları ise yaşam kurtarıyor. Ve eğer bir kanser hastasını bilimsel yöntemler yerine vıttırı vızzık tedavileri denerseniz, onun kafasına kurşunu sıkmış gibi olursunuz.
Kanser hastalarının yaşam heyecanlarının karşısına çıkmayın. Çok fazla zaman harcayacak vakitleri kalmamış olabilir.


Kaynakça

EDE ŞEN(EGE ÜNİVERSİTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI) TÜRKİYEDE DEPREM GERÇEĞİNİ YAZDI.

BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: DEPREM           İnsanoğlunun belki de en büyük hatası göremediklerini unutmak ve sadece görebildiklerine odaklanmaktır...