bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Kasım 2020 Pazar

OSMANLIDA EVRİM TEORİSİ Hasan Can KUŞCU/ EGE ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ

 

OSMANLI VE EVRIM

Çok şaşıracağız ama evrim teorisi dünyanın birçok ülkesinden önce Osmanlı Devletinde tartışılmıştır.

Charles Darwin, 1859 yılında Türlerin Kökeni Üzerine eserini yayınladı, bugün bile süren evrim teorisi halen ülkemizde ve dünyada "evrim sadece bir teoridir, kanıtlanmış olsa adı kanun olurdu" ekseninde tartışılmaya devam ediliyor.

 

 Odak noktası 'insanların maymunlardan evrilmesi' olan bu tartışmalar, daha doğrusu çarpıtmalar büyük ses getirdi. Bu yankı Osmanlı'ya birkaç yıl sonrasında ulaştığında ilk alıcısı Ahmet Mithat Efendi oldu.

 

Edebiyat tarihimizdeki yerine ek olarak evrimsel biyolojinin ülkemize girişini de simgeler Ahmet Mithat Efendi.

Kendi yayınladığı Dağarcık dergisinde evrim görüşüne dair yazılarını yayınlamaya başladığında tarih 1870'ti. Bu yıldan itibaren derginin 10 farklı sayısında evrimle ilgili çokça yazı yazmıştır. Fakat bunların tamamı evrim teorisini kapsamaz.

 

    AHMET MİTHAT EFENDİ

 

Ahmet Mithat Efendinin modernist yaklaşımı da evrim teorisini ilk ele alan yazarımız olmasında önemli rol oynamıştır. Onu evrim teorisini bu coğrafyada tanıtmaya iten de Darwin'in ortaya attığı modernist yaklaşımıydı.

Ahmet Mithat Efendi Darwin'in insanın kökenlerine dair fikirlerinden ziyade genel olarak evrim, evrilme fikriyle ilgileniyordu. Buna örnek olarak da eğitimin toplumda yarattığı değişimi gösteriyordu, ona göre eğitimli kişiler toplumun geri kalanından farklı bir kumaşa sahip olacaklar ve ilerlemenin önünü açacaklardı, bunun için de seçkinlere ihtiyacımız vardı.

 

Ahmet Mithat Efendi evrim teorisine daha çok ikincil kaynaklardan erişmiştir. İkincil kaynaklara muhtaç olmak dönemin Frank fonluğu ve İngilizce bilen aydın sayısının hayli az olmasıyla açıklanabilir, bu da gayet makuldur. Doğrudan kaynaklara ulaşamadığı için evrim teorisi ile ilgili bazı eksiklikler ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Osmanlı toplumunda teori ile ilgili yanlış anlamalar ve bazı karşıtlıklar ortaya çıkmıştır. Bu yanlış aktarımın en mühim örneği insanların maymundan geldiği teziydi.

O, daha ziyade doğal seçilimin toplumsal yansımalarıyla ilgilense de toplum maymundan gelen insan teziyle daha ilgiliydi. Bugün bile canlılığını koruyan bu tezin kökeni bu yıllara dayanıyor.

 

Bir süre sonra toplumuna yansıyan ve aktarılan bu teori daha da büyüyerek yasaklar kapsamında yerini almış olup, sağda solda konuşulması yasaklanıp rafa kaldırılmıştır.100 yıldan fazla yasaklılar listesinde kalan evrim teorisi, 1930"lu yıllarda yeniden ufak bir mum ışığı biçiminde olsa da gündeme gelmiştir. Ancak, teorinin öncüsü Charles Darwin"in Türlerin Kökeni kitabının Türkçeye çevrilmesi, dolayısıyla bilimsel olarak incelenmesi 1970 yılına kadar ertelenmiştir.

Ahmet Mithat Efendi'nin hüsnüzan ederek kişisel çabalarıyla, biraz eksik de olsa tanıttığı evrim teorisinin yolu, görüldüğü üzere sancılarla dolu.

 

DAHA KAPSAMLI BAKACAK OLURSAK: TARTIŞMALARLA OSMANLIDA EVRİM TEORİSİ


Evrime ilk değinmeler

Osmanlı Türklerinde evrim fikrini ilk defa gündeme getiren Ahmed Midhat efendiydi (1844-1912). Ahmed Midhat efendi, kendi çıkardığı Dağarcık adlı derginin ikinci sayısında (1873) yayınlanan “Veladet” (doğuş) başlıklı yazısında, evrimi kendi varoluşu üzerinden açıkladıktan sonra şunları söylüyordu:

 

“…Her tabakada o kadar hallere girdim ki, tarif değil isimlerini saymış olsam kamus (sözlük) kadar bir kitap olur. Nihayet dördüncü tabakada dahi nice yüz bin inkılaplar gördükten sonra aksamımı toplaya toplaya…meydana geldim.”

 

Yazılarında Lamarck (1744-1829)’ın adından söz eden Ahmed Midhat efendi, Darwin’in (1809-1882) adından ve doğal seçilim teorisinden söz etmiyor.

 

İlk Türk romanı Taaşşuk-u Talat ve Fitnat (Talat ve Fitnat’ın aşkı, 1872)’ın ve günümüzde de temel bir başvuru kaynağı olarak kullandığımız Türkçe sözlük Kamus-i Türki’nin (1899) yazarı Şemsettin Sami bey de (1850-1904), 1878’de yayınladığı İnsan adlı kitabında, insanlığın bilinen en eski çağlardan yakın döneme kadar olan evrimini çekingen bir dille anlatmakta ve jeolojik ve arkeolojik kanıtlara dayanarak insanın evrimini açıklamaya çalışıyor. Ancak Şemsettin Sami beyin bu kitabında Darwin’in adına ve doğal seçilim teorisine rastlamıyoruz.

 

Kapatılmış İkinci Darülfünun’un müdürü Hoca Tahsin efendi (1811-1881) de 1880 veya 1881’de yazdığı fakat ölümünden sonra 1892’de yayımlanan Tarih-i Tekvin yahud Hilkat (varoluşun ve yaratılışın tarihi) adlı eserinde, canlıların evrimi konusuna da değinmektedir.

 

Hoca Tahsin efendi,

 

“Tabiatın bağrında değişmez bir şey var mıdır? Bütün türler ve cinsler bir değişim ve daimi olgunlaşma halinde olduğu halde türlerin değişmezliğini iddia edenler, karşılaştırmak için yeterli derecede olmayan kısa bir süre varsaydıklarından dolayı aldanmışlardır”  diyor.

 

Hoca Tahsin bu sözleriyle gerçekte evrim teorisinin anlaşılmasıyla ilgili en önemli bakış açısını ortaya koymuş oluyor.  Bu sözlerin ardından jeoloji biliminin getirdiği kanıtların önemi üzerinde duruyor.  Darwin’le ilgili olarak da şunları söylüyor:

 

“Darwin’in bu hususa dair ifadeleri her ne kadar kafi mertebede değilse de, mesleği (izlediği çizgi) varoluşu açıklamasına ve gerçeklik felsefesine uygun olmakla, olgunlaşacağından kesinlikle şüphe duyulmaz.”

 

Hoca Tahsin efendinin eserinde de doğal seçilim teorisinden söz edilmiyor.

 

Darwin ve doğal seçilimin literatüre girmesi ve Ali Sedad Bey

Osmanlı Türkleri, doğal seçilim ilkesiyle ilk kez Ali Sedad beyin (1859-1900) 1882’de yayınladığı kitabıyla tanıştı. Ancak ilginçtir ki, Ali Sedad bey kitabında bu ilkeyi savunmak için değil fakat reddetmek için tanıtıyordu.

 

Ali Sedad bey, ünlü Osmanlı bürokratı ve tarihçisi Cevdet Paşa’nın (1822-1895) oğlu ve ilk Osmanlı kadın romancısı Fatma Aliye (1862-1936) hanımın ağabeyidir. Ali Sedad bey daha çok mantık üzerine yazdığı kitaplarıyla tanınmıştır. Fakat aynı zamanda Osmanlılardaki ilk termodinamik kitabının da yazarıdır. 1882’de yayımlanan Kavaid-i Tahavvülat fi Harekat-i Zerrat (parçacıkların hareketine ilişkin dönüşüm kuralları) adlı 192 sayfalık bu eser, fizik tarihimiz bakımından olduğu kadar biyoloji tarihimiz bakımından da önemli.  Çünkü bu kitabın 6. bölümünde (163. ve 170. sayfalar arasında) yazar evrim teorisini ele alıyor. Ülkemizde Darwin’in evrim teorisini ayrıntılı biçimde ilk kez tanıttıktan sonra eleştirilerine geçiyor ve evrim teorisini reddediyor.

 

Ali Sedad bey, “Darwin’in bu konuda ortaya koyduğu kanıtların en önemlilerinden söz edeceğiz” dedikten sonra takip eden dört paragrafta doğal seçilim mekanizmasını bilimsel ve çok anlaşılır bir biçimde anlatıyor. Buna göre, canlıların sınırsızca çoğalmasını önleyen en önemli engel, “fıkdan-ı maişet”tir (geçim araçlarının kıtlığı). Bu nedenle, her türün bireyinin, nafakasını temin etmek ve varlığını sürdürebilmek için yürüttüğü bu mücadelede, kuvvetli olan zayıfa galip gelmekte ve bazı faydalı özelliklere sahip olanlar diğerlerinden daha fazla “muammer olmaktadırlar” (yaşamaktadırlar).

 

Ali Sedad bey “Darwin Mesleğinin (çizgisinin) Muhakemesi” başlıklı paragrafta ise Darwin’in kendi deyimiyle faraziyesine iki büyük itiraz olduğunu, bunlardan birincisinin yeni bir tür oluştuğunun asla görülmemiş olmasını ileri sürüyor. İkinci itirazının ise farklı türler arasındaki geçiş biçimleriyle ilgili olduğunu belirtiyor.

 

Ali Sedad bey burada ilginç bir retoriğe başvuruyor. Darwin’i destekleyen doğa bilimcilerinin “jeoloji tabakalarındaki bilimsel araştırmaların henüz yeterince yapılamamış olmasından dolayı ileride geçiş biçimlerinin bulunması muhtemel olduğu için, jeoloji biliminin bu aşamasında Darwin’in tezlerine itiraz olunamaz” şeklindeki savunmalarına şöyle cevap veriyor:

 

“Bu durumda jeolojinin bugünkü halinde Darwin’in mesleği kabul olunur şeylerden değildir diye ifade etmek daha münasiptir.”

 

Ali Sedad bey, ayrıca Darwin’in hem türlerin oluşumunun çok yavaş gerçekleştiği, hem de geçiş biçimlerinin hızla yok olduğu yönündeki düşüncelerin birbiriyle çeliştiğini ileri sürüyor.

 

Ali Sedad bey, evrim teorisine olan başlıca itirazlarını belirttikten sonra Darwin’in insanın maymundan geldiğini söylemediğini, gerek insanın gerekse  maymunun, ikisinin de diğer bir türden gelmiş olduğunu söylediğini doğru olarak belirtiyor.  İnsan ve maymun arasında benzerlik değil aykırılık bulunduğunu, kaldı ki bu iki mahluk cismen tamamen aynı olsalar bile, insanın konuşma yeteneğine sahip olması bakımından maymundan ayrıldığını ve bu nedenle Lamarck ve Darwin’in gayretini gütmek isteyenlerin ellerine hiçbir şeyin geçmeyeceğini ileri sürüyor.

 

Ali Sedad beyin, Darwin’in Türlerin Kökeni kitabının yayımlanmasından 23 yıl sonra, evrim teorisinin esaslarını ve doğal seçilim teorisini Darwinci literatürden izleyerek ilk kez Osmanlı okurlarına açıklamış olması, biyoloji tarihimizin ilginç bir gerçeğidir. Bu aynı zamanda evrim teorisinin ülkemizdeki tarihsel gelişiminin de ironik bir yönünü oluşturmaktadır.

 


KONUYLA İLGİLİ OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN ESERLER.

AHMET MITHAT EFENDİNİN EVRİM TEORİSİ MAKALELERİ

DENİZ GÜLTEKİN - Osmanlı Düşünce Dünyasında Evrim Teorisi Tartışmaları

KAYNAKÇALAR

Ahmet Mithat Efendi Dağarcık Dergisi (Veladet)

Ali Sedad Bey, Kavaid-i Tahavvülat fi Harekat-i Zerrat 1882

https://tr.wikipedia.org/

Prof.Dr.Osman Bahadır

29 Nisan 2020 Çarşamba

              


            DOĞU UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİ VE BİLİMSEL GELİŞMELER




Serap German / Ege Üniversitesi Mikrobiyoloji










Emperyalist batının tarih anlayışı Orta Asya ve İslam Uygarlığını görmezden gelerek bilimin ve uygarlığın sadece antik ve Batı kaynaklı olduğu safsatalarını yazarak gerçeklere gözlerini kapatmıştır.Bu anlayış aynı zamanda Avrupa Aydınlanma çağının köklerini yine Antik Yunan tarihe dayandırmaya çalışarak tarihsel hataya düşmüşlerdir.Avrupa Aydınlanma çağının kökleri sanılanın aksine Antik Yunanda değil Doğu Uygarlığındadır. Doğu Rönesans’ı Antik Yunan ve Roma medeniyetleri ile Batı Rönesansı arasında bir köprüdür.

Avrupa merkezci tarih anlayışı, Batı uygarlığını, kendine özgü tarihsel gelişmenin ürünü olarak görür. Buna göre, bugünkü Batı uygarlığı, insanlığın genel gelişim çizgisinden ayrılmış, daha verimli bir yola sapmış ve diğer uygarlıklar karşısında üstün bir konuma gelmiştir. (1) Oysa her coğrafya ve toplumlardaki gelişmeler zaten kendi iç dinamiklerinden doğduğu için özgündür. Bu tarih anlayışı, tarihi bütünsel görmeyi reddetmekle yani tarih bilimine ihanet etmekle birlikte ‘’Avrupa Uygarlık Mucizesi’’ mitine dönüştürmüştür.Bu mite göre Batı uygarlığı Yunanistan’da doğmuş Roma Üzerinden bugüne ulaşmıştır.Bu kurgunun gerçeklikle pek bir alakası yoktur ama ideolojik ihtiyaçlara cevap vermektedir Emperyalist ideolojiye göre çağdaş ve uygar olan ne varsa kendi köklerindedir ve Doğu her zaman durağanlığı ,yobazlığı ve geriliği çağrıştırır.Bu ideolojik argümanların sonucu 18. ve 19. yüzyıllarda batılı toplumbilimciler tarafından şekillendirilmiş olan tarihçiliğe oryantalizm adı verilmiştir.Oryantalistler ,doğu halklarına karşı ötekileştirici ifadeler kullanmışlardır.

Tarihi gerçekler ise bambaşkadır bu yazıda Türk ve Arap Uygarlıklarını yani İslam Uygarlığına düşmanlık yapan ve batı tezlerini savunanlara karşı Doğu Rönesansı’nın doğuşunu kendinden önceki ve sonraki medeniyetler arasında ördüğü köprüye dair özet şeklinde bir başlangıç yapacağız.


İstiridyedeki inci



Kayıp Aydınlanma yazarı Starr’a göre 680-740 yılları arasında Orta Asya’nın Araplar tarafından fethi 750 yılındaki Abbasi devriminde Orta Asyalıların rolü ve Halife Memun'un 819 yılında Bağdat'ı ele geçirmesi, Orta Asya'nın zaten antik olan medeniyetinde yeni bir evre yarattı. Bundan birkaç yüz- yıl sonra, şimdi Doğu Iran, Batı Çin ve Kırgızistan'dan Afganistan boyunca güneye uzayan Büyük Orta Asya Dünya'nın merkeziydi. Burada Dünya'nın en büyük ticaret antreposu ve en zengin şehirleri bulunuyordu. Geçmişin zengin mirası, şimdinin kültürel ilişkileri ve bir çok düşünür ve sanatçıyı destekleyecek miktarda servet, çalışmak ve üretmek için ideal bir çevre yaratmıştı.(2) Orta Asya aydınlanma tarihi binlerce yıl, hem özgür düşünceye hem de dini alanda , yeni bilgilere ve görüşlere kucak açtığı görülür.Bu açıdan, yeniliğe ve eleştiriye açık,sonsuz öğrenme güdüsüyle hareket eden ve kendinden emin bir medeniyet­tir. Orta Asya’nın o dönemdeki entelektüel birikimi,Antik Yunan Uygarlığından çıkmış Aristoteles , Platon,Batlamyus gibi bilginlerin öğretilerinden etkilenerek ve o öğretilerin üzerine koyarak ilerlemiş , Avrupa rönesansı’nda filizlenen birçok düşüncenin tohumlarını atmıştır.
Doğu uygarlığı,Turan coğrafyası , Çin, Hint, Mezopotamya, İran, Anadolu uygarlıklarının bir sentezidir. İpek Yolu çağdaş, toplumcu, paylaşmacı ve bilim alanında ilerleyen bir Asya uygarlığının birbirine bağlanmasını sağlayan manevi ve kültürel bir köprüdür. Bu kültürün mitolojik simgesi ise, Farslarda Simurg, Araplarda Zümrudu anka, Ruslarda Ateş Kuşu adlarını alan, Huma Kuşu ya da Umay Ana'dır.Asya uygarlığı Çağdaş, aydınlanmacı, akılcı yeni değerler, bu kültürel birikime, simge ve değerlere aşılanarak yükselecektir.(3)
Orta Asya Uygarlığını,istiridyedeki inciye benzetebiliriz.İstiridye içine giren kum tanesini sedefle kaplar ve sonunda inci oluşur.Orta Asya Uygarlığı da öğrendiği her bilgi tanesini alır ve o bilginin üstüne koyarak inci gibi parlayan zihinler yaratır.
Ekonomik,kültürel ve siyasi alanda yükselen Asya Uygarlığı felsefe ve matematiğin gelişmesi ile sınırlı kalmamış diğer doğa bilimlerinin de ayakları yere basmıştır.





İSLAM UYGARLIĞININ YÜKSELİŞE GEÇİŞİ



Sasanilerin 4.yüzyıldan itibaren Çin-Hint ticaret yolunun ele geçirmesiyle bölgede ekonomik sarsıntılar yaşanmış ve kabileler arası çatışmalar şiddetlenerek toplumsal krizler ortaya çıkmıştır.Bunlara Pers ve Habeş saldırıları eklenince kabileler arası birlik güçlenmeye başlamıştır.Böylelikle merkezi otoritenin güçlenmeye başlamasıyla kentleşmeler ,işgal bölgelerinin örgütlenmesi,tarım arazilerinin işlenmesi,ulaşım,taşıma ve teknolojiye olan ihtiyaçlar artmıştır.
İslam Orta Asya’da 7.yüzyılda doğarken Antik Yunan ve Roma kültürü çökmeye başladı.Roma İmparatorluğu döneminde başlayan duraklama ve sonrasında imparatorluğun çöküşü, bu uygarlığın karanlık bir döneme girmesine neden olmuştu.İkinci Roma olarak görülen bizans ise bu kültür mirasını devam ettiremediği gibi antik zamandan kalan birçok eserede hasar vermiştir.
İmparator Marcian yaklaşık bir buçuk asırdır heretik yorumlu dini düşüncelerin kaynağının İskenderiye olduğunu biliyordu ve bir daha bu fikirlerin yeşermemesi için 1 Ağustos 455 tarihinde imparator, Mısır Valisine gönderdiği fermanda.İskenderiye kütüphanesinin yakılmasını emretti.Bazı tarihçilerin İskenderiye Kütüphanesinin Hz. Ömer’in yaktığı iddiası tamamen asılsızdır.(4)
İleri zamanlarda Urfa akademisi ve Platon akademisi kapatıldı.Bu koşullarda Nasturi keşişleri,Atinali ve İskenderiyeli filozoflar Bizans’ın zulmünden İran’a kaçtılar.İran coğrafyasında Sasanilerin hoşgörüsü sayesinde kültürel zenginlik artmış ve bilimsel tartışmalar alevlenmiştir.Birçok antik zamana ait eser çevrilmeye başlamıştır.Suriye ve İran’ın Araplar tarafından fethedilmesi toplumsal ve siyasi değişikliklerle birlikte bilime olan meraklı çalışmalarıda kamçılamıştır.
Dünya medeniyet tarihine bakıldığında, Yunan medeniyetinin aklı ve felsefeyi, Hint medeniyetinin mistisizmi, İslam medeniyetinin de kendine özgün temel özellikleri olduğu görülmektedir.



Haraçlı toplumdan Uygar topluma


İslamiyet ile kan bağı olan kabile toplumundan feodal ilişkilerin kurulduğu devlet düzenine geçilmiştir.Kabile toplumu içindeki bütün insanlara islamiyeti yayarak ümmet kardeşliğine dönüştürmüş(5).Hz.Muhammed’in getirdiği hukuk sistemi ile ticaretin yağmalara ve baskınlara karşı korunmasını sağlamıştır.Bu tarihsel sıçrama medeniyete geçiştir.Batı’da İspanya’ya doğuda Asya içlerine doğru uzanan bu imparatorluk 7-15. yüzyıllar arasında dünyanın merkeziydi.Türk -İslam Uygarlığı ,Sümerlerden Antik Yunan ve Roma mirasını geliştirerek Avrupa Rönesansı’nın kaynağı olmuştur.Emevi,Abbasi,Selçuklu ve Osmanlı imparatorlukları Doğa bilimlerinde , teknolojik atılımlarda ve kültürel zenginlikleriyle tarihe büyük bir birikim bıraktılar.
İslamiyet bu coğrafyada çeşitli halklarla ve onların farkılıklarıyla yüzyüze gelmişti.Helen-Hristiyan ve İran-Fars kültürleri İslamiyet ile uzlaştırılarak ticaret geliştirilmiş ve büyük bir kültür devrimi yaratılmıştır.Sokrates ,Eflatun,Aristoteles’i Neoplatonizm kurucusu Plotinos’un aracılığı ile tanımışlar aynı soruları sorup cevaplarını aramışlardı.


Doğunun rasyonalist hareketi olarak anılan Mutezile akımına (Kelam) göre iman Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amelden oluşur.Bu akım İslamın akıl ile yorumlanmasını savunanlar tarafından benimsendi.Onlara göre doğa yasalarını akıl yoluyla keşfedebildiklerine göre bu durumda akıl ile vahiy arasında bir çatışma söz konusu değildi.Mutezile akımı Hicri ikinci asrın başından dördüncü asrın sonuna kadar İslâm düşüncesinde önemli bir yer edindi.(6) "Bağımsızlaşan" anlamına gelen Mutezile akımı, 10. ve 11. yüzyılda çok sayıda bilim adamını ve filozofu etkisi altına aldı. Ebul'l-Huzeyl, İbrahim Nazzam, Hayyat, Cahiz, Ebu'l Maali, Fahreddin Razi, Seyid Şerif Cürcani, Sadüddin Taftazani, İbn Sina ve Nasirüddin Tusi olduğu birkaçıdır.Daha sonra bu akım, Endülüs'te İbn Bacce ve İbn Rüşd üzerinden Batı'yı da etkisi altına alacaktır. Batı'nın 12. ve 13. yüzyıllarda yaşayan R. Bacon, Th.Aquinas gibi ünlü düşünürlerini en çok etkili du bu akım oldu.(7)




ORTA DOĞUNUN BİLİM MERKEZLERİ : ŞAM VE BAĞDAT



Emeviler Döneminde , Yahudi ,Hristiyan,Manist ve Müslümanlar bir arada yaşıyor çarşı ve pazarları bilimsel felsefi tartışmalardan geçilmiyordu.İmparatorluk merkezinin Şam’ taşınması bilim ve kültür birikimi Şam’da merkezileşti.Emeviler,750 yılında Kufe merkezli bir halk ayaklanması ile yıkılmıştır.Böylece imparatorluk merkezi Şam’dan Bağdat’ kaymıştır.Merkezin Bağdat’a Kaymasıyla siyasi ve kültürel birikim Hint ve Çin ve Türk kültürleriyle zenginleşti.Abbasi döneminde dünyanın her yerinden kitaplar getiriliyor ve hepsi arapçaya çevrilerek kütüphaneler zenginleşiyordu.Bu kitap çevirileri ve halka açık kütüphaneler aydın sınıfı ve muazzam bir entelektüel birikim yaratarak bilim, felsefe ve teknolojik icatların gelişmesine neden olmuştur.
Bu oluşan entelektüel birikimin merkezileşme ihtiyacı doğmuş bu ihtiyacı karşılamak için Halife El-Me’mun Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) okulu ile Endülüs arasında bilim köprüsü kurulmuştu. Doğu dünyasında İskenderiye, Antakya, Harran ve Bağdat‟ta kurulan çeviri okullarına benzeyen bir okul Toledo‟da da kuruldu. Toledo‟da yüze yakın Doğu eseri önce Latinceye sonra halk dillerine çevrilmiştir. Bu çalışmalar sayesinde Avrupa‟da ilginin Doğuya yönelmesine sebep olmuştur. Herder, “Avrupa, kültürünün oluşmasında Endülüs kültürüne çok şeyler borçludur” tespitini yapmıştır.34 Toledolu çevirmenlerin öncelikli ilgileri Arapçaya çevrilmiş Grek asıllı kaynaklara dönüktü. Yapılan çeviriler sayesinde doğudaki bilgi birikimine ulaştılar.(1)
Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) ile başlayan süreç Doğu Uygarlığı için bir dönüm noktasıdır.Bilim medreselerin rasathanelerin kurulması,fizik matematik,Biyoloji ,Tıp,astronomi ,mineroloji,tarih ,coğrafya,felsefe,botanik gibi bilim dallarında çok ileri gelişmeler yaşanmıştır.


BİLİMSEL GELİŞMELER


İslamlar Yunan ve Hint aritmetiklerini kullanarak yeni işlemler geliştirmiş bu işlemleri gelitirenler Ebu-l fazl ibn Türk ve Mehmed Bin Musa Harezmi adında iki Türktür.Cebiri daha ileriye götürerek matematin özel bir konusu olmasını sağlamışlardır.
New York Üniversitesi'nden Draper, evrim düşüncesinin ilk tohumlarını İbni Heysem'de bulmaktadır. Íslam dünyasında tıp ve doğa bilimleri alanlarındaki büyük araştırmaların İbni Rıdvan, İbni Zühr, İbni Baytar tarafından yapıldığını ve nihayet İbni Sina'nın Kanun'u ile tamamen sistemleştiril- diğini biliyoruz. Bu eserlerin de önemli bir kısmı Batı'ya geçmiş Batı tıbbının ve doğa bilimlerinin oluşmasında etkili olmuştur.(7)


DÖNEME DAMGASINI VURMUŞ BİLGİNLER


İsâ bin Ali: Latinler tarafından "Jesu Haly" diye tanınırdı. Liber memorialis opthalmicorum adlı eseri çevrildi.
Ebû Yusuf ibni İshak el-Kindî: Eserleri en çok çevrilenlerden olan bilgin, Latin dünyasında "Alkindus" olarak tanınırdı. Astrone miye, tıbba, meteorolojiye, ruhbilimine ve astrolojiye ilişkin biçcok eseri ile Aristoteles'ten aktardığı De Anima adlı eser Latinceye çevrilmiştir.


Ebû Bekr Mehmed bin Zekerya-r-Razî (841-926): Latin dünya-sında "Rhazes", "Alrazes" veya "Albubator" adıyla tanınırdı. Ortaçağ sonuna kadar Avrupa'da en büyük üstatlardan biri olarak kabul edildi. Hippokrates ve Galenos'a ait yorumları ile kendi eserlerinin bir kısmı Latinceye çevrilmiştir.


Yahya bin Serabi: Bu bilginin adı Latincede "Serapion Senior" veya "Janus Damascenus" diye ünlüdür. Kendi eserleri çevrildiği gibi kendisi de çeviri yapmıştır.


İbni Heysem: Latincede "Alhazen" adıyla tanınan, matematik ve fizik alanındaki birçok eseri çevrilen ünlü bilgindir.


Ebû Yakub İshak Süleyman el-İsrailî (850-941): Tarifler hakkında kitap, Unsurlar kitabı gibi eserleri Latinceye çevrildi. Eserleri Omnia Opera Isaac adıyla toplandı ve 1515'te Lyon'da basıldı.


Ali bin Abbas: Doğu'dan çok Batı'da tanınan İranlı bilgin. Latinler tip ve astrolojiye ilişkin eserlerini "Haly Abbas" adıyla tanırlar.


Ebû Cafer bin İbrahim Ebû Halid (1004): Elgarîze adlı eseri çevrilmiştir.


Ebû Ali Hüseyn ibni Abdullah ibni Sinâ (980-1037): Avrupa’da "Avicenna" adıyla tanınan ünlü bilgin, tip ve felsefe alanında asırlarca hüküm sürmüştür. Birçok filozofu etkilemiş, tip alanında rakipsiz bir üstat olarak yeni devirlere kadar etkisi devam etmiştir. O dönemler Avrupa'da İbni Sinâ çevirmeni ve yorumcusu olmakla ünlü kişiler vardı. Başta Kanun, Şifa, Kitab-ün-nefs, Necat gibi eserleri olmak üzere, felsefe, fizik, tip, simya alanlarında birçok eseri Latinceye çevrilmiştir.


Banu Musa : Dokuzuncu yüzyıl Bağdat'ında Halife Memun ve haleflerinin yönetimi altın­da bilimsel camiayı yönetiyorlardı. Ahmed, geometri ve astronomi çalışmalarının yanı sıra, Yaratıcı Cihazlar Kitabı adlı pratik cihaz­ larla ilgili öncü bir çalışmaya imza atmıştı.


Ebu Reyhan el BİRUNİ (973-1048) :Harezm' den gelen Hezarfen, önce Ürgenç'teki Harezm'in Şahları (Şimdiki Türkmenistan) yönetiminde gelişmeye başlamış, sonra çalışmalarını Gazneli Mahmud'un Afganistan'daki sarayında sürdürmüştü. Astronomi, jeodezi, tarih ve sosyal bilimler üzerine olan çalışmaları onu, antik çağ ve Avrupa rönesansı arası dönemde en büyük bilim adamı yapmıştı.


Ebu Nasr Muhammed el-FARABİ (870-950): Modern Kazakistan'ın Otrar bölgesinden batıda bilinen ismiyle Alfarabius, Aristoteles'ten sonra "ikinci öğretmen" olarak anılır. Mantığın büyük kaşifi Farabi, bilginin her alanını kurgulamıştır.


Ahmed el- FERGANİ (797-860): Şimdiki Özbekistan'ın Fergana Vadisi'nden gelen gök bilimcisi. Fergani'nin Elementler'i astrono­miye dair Arapçada yazılan ilk eserlerdendir. Batıda Alfraganus olarak bilinir, en fazla okuyucusu olan "Arap" gök bilimcisi olarak












DOĞUDAKİ BİRİKİMİN BATIYA GEÇMESİ


Beyt’ül Hikme (Bilgi Evi) çalışmaları Endülüs ve Sicilya’ya kadar gitmiş ve uygarlık birikimi Avrupa kapılarına kadar dayanmıştı.Ortaçağ Batı kütüphaneleri yazar ve çeşitlilik açısından çok azdı.Bilimsel araştırma için araçları olmadığından Doğa bilimlerinde çok geridelerdi.11.ve 12. yüzyıllarda İtalya’nın işgali ve Haçlı Seferleri ile İslamlar ile tanışan Avrupa yayın ve çeviri faaliyetlerini artırdı.Güney Avrupa’da kurulan ilk medreseler mimarisine ve müfredatına kadar neredeyse İslam Medreselerinin aynısıydı.13.yüzyılda Montpellier ve Boulogne medreseleri ardından Paris Üniversitesi ,Oxford,Cologne Üniversiteleri kurularak bilim merkezleri İngiltere ve Almanya olmuştur.Bu okullarda İbni Rüşdcülük ve İbni Sinacılık akımları başlamış bu düşünce sistemlerinin birleşmesiyle Hristiyanlık felsefesi haline gelmiştir.(8)Batı dünyasındaki bu gelişme 14.ve 15. yüzyıllarda bilimsel ve felsefi ataklara geçmesine ve bağrında doğacak olan Batı Rönensansı’nın besin kaynaklarını biriktirmesine neden oldu.Batı Rönesans’ı da insanlık tarihine büyük katkılarda bulunmuş Aydınlanma Devrimi’ne yataklık etmiştir.Fakat bu süreci açıklayan batılı tarihçilerin ortaya attığı Antik Yunan’ın devamlılığı tezleri doğru değildir.Doğu Uygarlığından edindiği bilgilerle Batı uygarlığı kurulmuş hatta Antik Yunan kültürüyle o zaman tanışmışlardı.








KAYNAKÇA :






  • Kayıp Aydınlanma S.Frederick Starr sayfa 665












  • Hz.Muhammed Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi Doğu Perinçek syf 35-50








  • Doğu Uygarlığının Yükselişinin Tarihsel Nedenleri yayfa 79




EDE ŞEN(EGE ÜNİVERSİTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI) TÜRKİYEDE DEPREM GERÇEĞİNİ YAZDI.

BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: DEPREM           İnsanoğlunun belki de en büyük hatası göremediklerini unutmak ve sadece görebildiklerine odaklanmaktır...