29 Kasım 2020 Pazar

OSMANLIDA EVRİM TEORİSİ Hasan Can KUŞCU/ EGE ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ

 

OSMANLI VE EVRIM

Çok şaşıracağız ama evrim teorisi dünyanın birçok ülkesinden önce Osmanlı Devletinde tartışılmıştır.

Charles Darwin, 1859 yılında Türlerin Kökeni Üzerine eserini yayınladı, bugün bile süren evrim teorisi halen ülkemizde ve dünyada "evrim sadece bir teoridir, kanıtlanmış olsa adı kanun olurdu" ekseninde tartışılmaya devam ediliyor.

 

 Odak noktası 'insanların maymunlardan evrilmesi' olan bu tartışmalar, daha doğrusu çarpıtmalar büyük ses getirdi. Bu yankı Osmanlı'ya birkaç yıl sonrasında ulaştığında ilk alıcısı Ahmet Mithat Efendi oldu.

 

Edebiyat tarihimizdeki yerine ek olarak evrimsel biyolojinin ülkemize girişini de simgeler Ahmet Mithat Efendi.

Kendi yayınladığı Dağarcık dergisinde evrim görüşüne dair yazılarını yayınlamaya başladığında tarih 1870'ti. Bu yıldan itibaren derginin 10 farklı sayısında evrimle ilgili çokça yazı yazmıştır. Fakat bunların tamamı evrim teorisini kapsamaz.

 

    AHMET MİTHAT EFENDİ

 

Ahmet Mithat Efendinin modernist yaklaşımı da evrim teorisini ilk ele alan yazarımız olmasında önemli rol oynamıştır. Onu evrim teorisini bu coğrafyada tanıtmaya iten de Darwin'in ortaya attığı modernist yaklaşımıydı.

Ahmet Mithat Efendi Darwin'in insanın kökenlerine dair fikirlerinden ziyade genel olarak evrim, evrilme fikriyle ilgileniyordu. Buna örnek olarak da eğitimin toplumda yarattığı değişimi gösteriyordu, ona göre eğitimli kişiler toplumun geri kalanından farklı bir kumaşa sahip olacaklar ve ilerlemenin önünü açacaklardı, bunun için de seçkinlere ihtiyacımız vardı.

 

Ahmet Mithat Efendi evrim teorisine daha çok ikincil kaynaklardan erişmiştir. İkincil kaynaklara muhtaç olmak dönemin Frank fonluğu ve İngilizce bilen aydın sayısının hayli az olmasıyla açıklanabilir, bu da gayet makuldur. Doğrudan kaynaklara ulaşamadığı için evrim teorisi ile ilgili bazı eksiklikler ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Osmanlı toplumunda teori ile ilgili yanlış anlamalar ve bazı karşıtlıklar ortaya çıkmıştır. Bu yanlış aktarımın en mühim örneği insanların maymundan geldiği teziydi.

O, daha ziyade doğal seçilimin toplumsal yansımalarıyla ilgilense de toplum maymundan gelen insan teziyle daha ilgiliydi. Bugün bile canlılığını koruyan bu tezin kökeni bu yıllara dayanıyor.

 

Bir süre sonra toplumuna yansıyan ve aktarılan bu teori daha da büyüyerek yasaklar kapsamında yerini almış olup, sağda solda konuşulması yasaklanıp rafa kaldırılmıştır.100 yıldan fazla yasaklılar listesinde kalan evrim teorisi, 1930"lu yıllarda yeniden ufak bir mum ışığı biçiminde olsa da gündeme gelmiştir. Ancak, teorinin öncüsü Charles Darwin"in Türlerin Kökeni kitabının Türkçeye çevrilmesi, dolayısıyla bilimsel olarak incelenmesi 1970 yılına kadar ertelenmiştir.

Ahmet Mithat Efendi'nin hüsnüzan ederek kişisel çabalarıyla, biraz eksik de olsa tanıttığı evrim teorisinin yolu, görüldüğü üzere sancılarla dolu.

 

DAHA KAPSAMLI BAKACAK OLURSAK: TARTIŞMALARLA OSMANLIDA EVRİM TEORİSİ


Evrime ilk değinmeler

Osmanlı Türklerinde evrim fikrini ilk defa gündeme getiren Ahmed Midhat efendiydi (1844-1912). Ahmed Midhat efendi, kendi çıkardığı Dağarcık adlı derginin ikinci sayısında (1873) yayınlanan “Veladet” (doğuş) başlıklı yazısında, evrimi kendi varoluşu üzerinden açıkladıktan sonra şunları söylüyordu:

 

“…Her tabakada o kadar hallere girdim ki, tarif değil isimlerini saymış olsam kamus (sözlük) kadar bir kitap olur. Nihayet dördüncü tabakada dahi nice yüz bin inkılaplar gördükten sonra aksamımı toplaya toplaya…meydana geldim.”

 

Yazılarında Lamarck (1744-1829)’ın adından söz eden Ahmed Midhat efendi, Darwin’in (1809-1882) adından ve doğal seçilim teorisinden söz etmiyor.

 

İlk Türk romanı Taaşşuk-u Talat ve Fitnat (Talat ve Fitnat’ın aşkı, 1872)’ın ve günümüzde de temel bir başvuru kaynağı olarak kullandığımız Türkçe sözlük Kamus-i Türki’nin (1899) yazarı Şemsettin Sami bey de (1850-1904), 1878’de yayınladığı İnsan adlı kitabında, insanlığın bilinen en eski çağlardan yakın döneme kadar olan evrimini çekingen bir dille anlatmakta ve jeolojik ve arkeolojik kanıtlara dayanarak insanın evrimini açıklamaya çalışıyor. Ancak Şemsettin Sami beyin bu kitabında Darwin’in adına ve doğal seçilim teorisine rastlamıyoruz.

 

Kapatılmış İkinci Darülfünun’un müdürü Hoca Tahsin efendi (1811-1881) de 1880 veya 1881’de yazdığı fakat ölümünden sonra 1892’de yayımlanan Tarih-i Tekvin yahud Hilkat (varoluşun ve yaratılışın tarihi) adlı eserinde, canlıların evrimi konusuna da değinmektedir.

 

Hoca Tahsin efendi,

 

“Tabiatın bağrında değişmez bir şey var mıdır? Bütün türler ve cinsler bir değişim ve daimi olgunlaşma halinde olduğu halde türlerin değişmezliğini iddia edenler, karşılaştırmak için yeterli derecede olmayan kısa bir süre varsaydıklarından dolayı aldanmışlardır”  diyor.

 

Hoca Tahsin bu sözleriyle gerçekte evrim teorisinin anlaşılmasıyla ilgili en önemli bakış açısını ortaya koymuş oluyor.  Bu sözlerin ardından jeoloji biliminin getirdiği kanıtların önemi üzerinde duruyor.  Darwin’le ilgili olarak da şunları söylüyor:

 

“Darwin’in bu hususa dair ifadeleri her ne kadar kafi mertebede değilse de, mesleği (izlediği çizgi) varoluşu açıklamasına ve gerçeklik felsefesine uygun olmakla, olgunlaşacağından kesinlikle şüphe duyulmaz.”

 

Hoca Tahsin efendinin eserinde de doğal seçilim teorisinden söz edilmiyor.

 

Darwin ve doğal seçilimin literatüre girmesi ve Ali Sedad Bey

Osmanlı Türkleri, doğal seçilim ilkesiyle ilk kez Ali Sedad beyin (1859-1900) 1882’de yayınladığı kitabıyla tanıştı. Ancak ilginçtir ki, Ali Sedad bey kitabında bu ilkeyi savunmak için değil fakat reddetmek için tanıtıyordu.

 

Ali Sedad bey, ünlü Osmanlı bürokratı ve tarihçisi Cevdet Paşa’nın (1822-1895) oğlu ve ilk Osmanlı kadın romancısı Fatma Aliye (1862-1936) hanımın ağabeyidir. Ali Sedad bey daha çok mantık üzerine yazdığı kitaplarıyla tanınmıştır. Fakat aynı zamanda Osmanlılardaki ilk termodinamik kitabının da yazarıdır. 1882’de yayımlanan Kavaid-i Tahavvülat fi Harekat-i Zerrat (parçacıkların hareketine ilişkin dönüşüm kuralları) adlı 192 sayfalık bu eser, fizik tarihimiz bakımından olduğu kadar biyoloji tarihimiz bakımından da önemli.  Çünkü bu kitabın 6. bölümünde (163. ve 170. sayfalar arasında) yazar evrim teorisini ele alıyor. Ülkemizde Darwin’in evrim teorisini ayrıntılı biçimde ilk kez tanıttıktan sonra eleştirilerine geçiyor ve evrim teorisini reddediyor.

 

Ali Sedad bey, “Darwin’in bu konuda ortaya koyduğu kanıtların en önemlilerinden söz edeceğiz” dedikten sonra takip eden dört paragrafta doğal seçilim mekanizmasını bilimsel ve çok anlaşılır bir biçimde anlatıyor. Buna göre, canlıların sınırsızca çoğalmasını önleyen en önemli engel, “fıkdan-ı maişet”tir (geçim araçlarının kıtlığı). Bu nedenle, her türün bireyinin, nafakasını temin etmek ve varlığını sürdürebilmek için yürüttüğü bu mücadelede, kuvvetli olan zayıfa galip gelmekte ve bazı faydalı özelliklere sahip olanlar diğerlerinden daha fazla “muammer olmaktadırlar” (yaşamaktadırlar).

 

Ali Sedad bey “Darwin Mesleğinin (çizgisinin) Muhakemesi” başlıklı paragrafta ise Darwin’in kendi deyimiyle faraziyesine iki büyük itiraz olduğunu, bunlardan birincisinin yeni bir tür oluştuğunun asla görülmemiş olmasını ileri sürüyor. İkinci itirazının ise farklı türler arasındaki geçiş biçimleriyle ilgili olduğunu belirtiyor.

 

Ali Sedad bey burada ilginç bir retoriğe başvuruyor. Darwin’i destekleyen doğa bilimcilerinin “jeoloji tabakalarındaki bilimsel araştırmaların henüz yeterince yapılamamış olmasından dolayı ileride geçiş biçimlerinin bulunması muhtemel olduğu için, jeoloji biliminin bu aşamasında Darwin’in tezlerine itiraz olunamaz” şeklindeki savunmalarına şöyle cevap veriyor:

 

“Bu durumda jeolojinin bugünkü halinde Darwin’in mesleği kabul olunur şeylerden değildir diye ifade etmek daha münasiptir.”

 

Ali Sedad bey, ayrıca Darwin’in hem türlerin oluşumunun çok yavaş gerçekleştiği, hem de geçiş biçimlerinin hızla yok olduğu yönündeki düşüncelerin birbiriyle çeliştiğini ileri sürüyor.

 

Ali Sedad bey, evrim teorisine olan başlıca itirazlarını belirttikten sonra Darwin’in insanın maymundan geldiğini söylemediğini, gerek insanın gerekse  maymunun, ikisinin de diğer bir türden gelmiş olduğunu söylediğini doğru olarak belirtiyor.  İnsan ve maymun arasında benzerlik değil aykırılık bulunduğunu, kaldı ki bu iki mahluk cismen tamamen aynı olsalar bile, insanın konuşma yeteneğine sahip olması bakımından maymundan ayrıldığını ve bu nedenle Lamarck ve Darwin’in gayretini gütmek isteyenlerin ellerine hiçbir şeyin geçmeyeceğini ileri sürüyor.

 

Ali Sedad beyin, Darwin’in Türlerin Kökeni kitabının yayımlanmasından 23 yıl sonra, evrim teorisinin esaslarını ve doğal seçilim teorisini Darwinci literatürden izleyerek ilk kez Osmanlı okurlarına açıklamış olması, biyoloji tarihimizin ilginç bir gerçeğidir. Bu aynı zamanda evrim teorisinin ülkemizdeki tarihsel gelişiminin de ironik bir yönünü oluşturmaktadır.

 


KONUYLA İLGİLİ OKUNMASI TAVSİYE EDİLEN ESERLER.

AHMET MITHAT EFENDİNİN EVRİM TEORİSİ MAKALELERİ

DENİZ GÜLTEKİN - Osmanlı Düşünce Dünyasında Evrim Teorisi Tartışmaları

KAYNAKÇALAR

Ahmet Mithat Efendi Dağarcık Dergisi (Veladet)

Ali Sedad Bey, Kavaid-i Tahavvülat fi Harekat-i Zerrat 1882

https://tr.wikipedia.org/

Prof.Dr.Osman Bahadır

28 Kasım 2020 Cumartesi

                                                      


                         CAHİT ARF


Yağmur Koçak / Ege Üniversitesi Tekstil Mühendisliği


1910 yılında Selanik’te dünyaya gelen Ordinaryüs Profesör Doktor Cahit Arf,kendi adıyla bilinen teorileriyle dünya çapında tanınmış ülkemizin yetiştirdiği önemli matematik ve fizik bilginidir.Dört yaşındayken İstanbul’da okula başlamış,dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte Ankara’ya taşınmıştır.Kısa zaman içinde tekrar İstanbul’a döndükten sonra İzmir’e yerleşmişlerdir.


Cahit Arf’ın matematiğe ilgisi küçük yaşlarda başlamıştır.Daha ilkokuldayken Pisagor Teoreminin geometrik ispatını anlamıştır.Yine bu yıllarda Öklid Geometrisinden sorular çözmeye matematik öğretmeni tarafından teşvik edildiği bilinmektedir.1926 yılında, ailesi, Fransa'da iyi bir eğitim almasının daha uygun bir seçenek olduğuna karar vermiş. Böylece, Cahit Arf lise öğrenimi için 1926’da Fransa’ya gönderilmiştir.  Fransa'da Ecole Normale Superieure'de 1932'de tamamladığı yükseköğreniminin ardından bir süre Galatasaray Lisesi'nde matematik öğretmenliği yaptıktan sonra, 1933’teki üniversiteler reformu kapsamında, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'ne doçent adayı olarak atanmıştır. 1937’de doktorasını yapmak için gönderildiği Almanya Göttingen Üniversitesi’nde tez hocası Hasse ile birlikte kariyerini yükseltmek için çalışmıştır. Türkiye'ye dönüp İstanbul Üniversitesi'nde önce profesörlüğe, daha sonra Ordinaryüs profesörlüğe erişmiştir.


Cahit Arf, çok sayıda bilimsel çalışmaya imzasını atmıştır. 1943 yılında İnönü Ödülü, 1974 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülünü kazanmıştır. 1980 yılında emekliye ayrıldıktan sonra bile TÜBİTAK'ın geliştirilmesinde önemli çalışmalar yapmıştır. Bundan dolayı Gebze Araştırma Merkezi'nde emeklilikten sonra görev yapmıştır. 1983 ile 1989 yıllarında Türk Matematik Derneği başkanlığı görevini yürütmüştür.




Yazıya başlarken Cahit Arf’ın kendi adıyla bilinen teorileri demiştim.Peki bahsettiğim teoriler nelerdir?

1.    Arf Sabiti:
Arf sabiti, Cahit Arf'ın matematik alanında yaptığı dünyaca kabul görmüş matematiksel değerdir. Cisimlerin kuadratik formlarının sınıflandırılması üzerine yaptığı çalışmada bulduğu formüldür.Ayrıca 10 TL’nin üstündeki denklemdir.

2.    Arf Halkaları:
Düzlemdeki bir eğrinin kollarında bulunan noktaların çok katlılıklarının aritmetikle hesaplanması ile alakalıdır. Cahit Arf konu ile ilgilenmeye başladığında bu halkalarla ilgili bir teori ve metot mevcuttu; fakat problem eğrinin parametreli denklemleri verildiğinde yüksek boyutlu eğriler için çok katlılığın hesaplanması idi. Cahit Arf buna bir metot buldu ve kullanılan bazı karakteristik halkalara batılı matematikçiler Arf Halkaları adını verdi.

3.    Hasse-Arf Teoremi:
 
Sonlu bir Galois uzantısının Galois grubunun üst numaralandırma filtrasyonunun sıçramalarıyla ilgili bir sonuçtur.Almanya’daki tez hocası ile birlikte bulmuşlardır.


Başlıca teorilerindendir.

 

Cahit Arf, matematiği bir meslek dalı olarak değil, bir yaşam tarzı olarak görmüştür. Öğrencilerine sürekli: “Matematiği ezberlemeyin, kendiniz yapın ve anlayın.”demiştir.Buna benzer bazı sözleri şöyledir:

·      'Bilim insanının amacı anlamaktır. Ama büyük harflerle anlamaktır.'

 

·      ‘Matematik esas olarak sabır olayıdır. Ezberleyerek değil, keşfederek anlamak gerekir.’

 

·      ‘Matematik zaten her zaman vardı, insanoğlu sadece onu buldu.’

 

·      'Ben Matematiğe hayatımı verdim, karşılığında hayatımı geri verdi.'

 

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde çalışırken dünyadan kopuk bir bilim adamı olmadığını defalarca kanıtlamıştır. Cahit Arf’ın uzlaşmacı, fakat ilkelerinden ve bilim adamı kişiliğinden ödün vermeyen ilkeli bir bilim insanı olduğu bilinmektedir. Matematiği Türkiye’ye sevdiren insan,Cahit Arf’ın,yapmış olduğu çalışmalar ve ülkemize katkıları için teşekkür ediyor kendisini saygıyla anıyorum.

 

Kaynakçalar:

1.     https://www.mathgenealogy.org/id.php?id=26096

2.    https://mathshistory.st-andrews.ac.uk/Biographies/Arf/

3.    https://cabim.ulakbim.gov.tr/cahit-arf-kimdir/

4.    https://web.archive.org/web/20090227073419/http://www.biltek.tubitak.gov.tr/bdergi/ozel/arf/default.html

5.    https://tr.wikipedia.org/wiki/Cahit_Arf

6.    https://www.biyografya.com/biyografi/688

 



     Türkiye’de internetin tarihi


Mustafa Durak / Ege Üniversitesi Turizm Rehberliği 

    İnternet nedir? Kimine göre, bir iletişim aracı, kimine göre eğlence için bir platform, kimine göre bağımlılık sebebi. Herkesin görüşüne karşın internetin hayatımızda önemli bir yer edindiğini söylememiz haklı bir varsayım olacaktır. 

    

İnternet’in Türkiye’ye gelmeden önce internetin çıkış ve başlangıcını iyi kavramamız ve anlamamız gerekmektedir. Hayatımızda bu kadar yer etmesinin altında yatan temelleri ve niçin bu kadar işlevsel olduğunun kanıtlarını sunmamız gerekecektir. Tarihi dünya’da ilk olarak ABD Savunma Bakanlığı’nın 1969 yılında paket anahtarlamalı ağ sistemiyle ARPANet’in kurulması ile başlamıştır. Daha sonra ağ üzerinde yapılan geliştirmelerle TCP/IP(Transmission Control Protocol/Internet Protocol) protokolü, 1983’te ARPANet üzerinde kullanılmaya başlanmıştır. 1986’da NSFNet(National Science Foundation ­– Ulusal Bilim Vakfı) tarafından İnternet’in ilk omurga ağının kurulması sağlanmıştır. Bu süreçlerden sonra İnternet’in halka açık hale gelmesi 1989’dan sonra, ARPANet’in(TCP/IP’nin ilk kullanıldığı ağ) Haziran 1990’da kaldırılmasına rağmen bu ağın yerini ABD, Avrupa, Japonya ve Pasifik ülkelerindeki ticari ve hükümet işletimindeki omurgalar(backbone) almış ve 90’lı yıllardan sonra TCP/IP ve İnternet büyük bir ivme kazanıp 1991’de de ticari olarak gelişmeye başlamıştır.

   

 Türkiye’de internet ile alakalı ilk araştırmalar 1980’li yıllarda başlamış ve Ege Üniversitesi’nin kurulmasında yardımcı olduğu Türkiye Üniversite ve Araştırma Kurumları Ağı(TÜVAKA) adıyla akademik tabanlı ağ oluşturuldu. İlk akademik tabanlı olmayan, kurum ve kuruluşları İnternet’e bağlamaya amaçlayan projeyi ise ODTÜ ve TÜBİTAK 1991’de başlatmıştır. Hollanda’ya 1992’nin Ekim ayında yapılan ilk deneysel bağlantı yapıldıktan sonra ODTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’na ait yönlendiricilerle ve PTT’den sağlanan 64Kbps kiralık hatla yapıldı ve ABD’deki NSFNet ile bağlantı kuruldu. Bu bağlantının yapılmasıyla beraber 12 Nisan tarihi Türkiye’de İnternet’in doğum günü olarak bilinir. 1993-1996 yılları arasında üniversitelerin birçoğu ve kamu kuruluşları ODTÜ’den internete bağlandılar. Ege, Bilkent, Boğaziçi ve İstanbul Teknik üniversitelerinde sırayla internet bağlantıları gerçekleştirildi. İlk Türkçe içerikli siteler ODTÜ ve Bilkent üniversitelerinin web sayfaları olmuştur. 1990'lı yılların sonu-2000'li yılların başında Ekşi Sözlük, sahibinden.com, itiraf.com, siberalem.com gibi internet girişimleri ortaya çıktı; Türkiye'nin ilk e-ticaret devleri, Gittigidiyor ve Sahibinden.com hayata geçti. Ticari kuruluş ve İSS(İnternet Servis Sağlayıcıları) yararlanmasını sağlayacak TURNET 1996’da hayata geçti. 1997’de İSS sayısı 80’i geçmişti. 1996’nın sonlarından itibaren gazete ve dergiler İnternet üzerinden yayımlanmaya; 1997 ortalarından itibaren bankalar İnternet bankacılığı hizmeti vermeye ve 1997 sonlarında popüler alışveriş merkezleri İnternet’ten alışveriş imkanları sunmaya başladı. Bu dönemlerde İSS’ler üzerinden internet servisi alan ve erişimi olan şirket sayısı 10.000’e, bağlı bilgisayar sayısı 30.000’e çıktı.


                       

 

 

 

Kaynakça

·      http://www.internetarsivi.metu.edu.tr/tarihce.php

·      https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_internet

27 Kasım 2020 Cuma







Oğuzhan Durgut / Ege Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği 




 Türk Savunma Sanayi Şirketlerinin Bugünü

 

Şu anda savunma sanayisinde elde edilmiş bilgi ve tecrübe birikiminin boyutlarını daha iyi kavramak için bir miktar tarihçesini bilmemiz gerekebilir. Öncelikle BMC ile başlayalım; kurulduğu yıldan itibaren aslında büyük oranda yerli bir sermayayeye sahipti. Türkiyede kurulmuş ilk yerli savunma sanayi şirketi diyebiliriz, ancak BMC’nin özellikle kurulduğu yıllarda sivil alana hizmet vermesi dolayısıyla  Türkiyede savunma sanayinin başlangıcını Aselsanın kurulduğu 1975[1] yılı olarak söyleyebiliriz. Birçok ülkenin birinci dünya savaşında dönemin yüksek teknolojilerini üreten fabrikaları ve markaları olduğunu göz önüne alırsak bu alana 1975 yılında girerek geç kalmış bir ülkeyiz. Belki de şuanlarda yaşadıklarımıza benzetebileceğimiz gibi bir durumla Kıbrıs Barış Harekatı sırasında da karşı karşıya kalan Türkiye, Aselsan gibi bir şirketi kurmuş ve müttefik saydığı ülkelerin ambargo uygulayarak satmadığı teknolojileri üretmeyi kafasına koymuştu. Aselsanı müteakip TSKGV ve SSM’nin destekleri ve hatta bizzat kendi çabalarıyla Roketsan, Havelsan, STM gibi şirketler de kurularak, faaliyet göstermeye başladı. 

 

En kısa haliyle savunma sanayimizin başlangıcını böyle açıklayabiliriz. Şimdi sıra, bazıları dünyaca tanınan bu Türk şirketlerin bugün neler başardığına bakmakta. Bu sefer sırayı biraz farklı ilerleteceğim ve 2010 yılında dünyaca ünlü Defence News[2] dergisinde yayınlanan sıralamaya, Türkiye’den giren ilk şirket olan Aselsan ile başlayacağım. Aselsan’ın şu anda halka arz edilmiş, başta ülkemizin dışa bağımlılığını azaltan, ihracat potansiyeli bulunan ve hatta bazıları ihracat başarısı yakalamış 375 tane ürünü bulunmakta. Bu ürünlerin her birini açıklamak konumuzla alakasız olacaktır ama Aselsan’ın bir dünya devi olma yolunda olduğunu gösterecek, her biri çok kıymetli projelerinden birkaçını sizlere tanıtmaya çalışayım. İlk olarak Dağlık Karabağ bölgesindeki askeri ve diplomatik tutumumuz nedeniyle Kanada tarafından ithal ettiğimiz ürünlere ambargo uygulandı. Ancak Aselsan belki de şu anda bu ambargo nedeniyle alamayacağımız en önemli sistemlerden olan İHA’ların görüntüleme sistemlerini üretmeyi başardı. İsmi CATS olan sistemler başta TB2 ihalar olmak üzere test edildi ve seri üretim aşamasına geçildi[3]. Böylelikle Kanada sadece bir alıcısını kaybetmiş oldu. Açıklamalara göre ise Aselsan şu anda bu sistemin bir üst modeli üzerinde çalışıyor. İkinci olarak ülkemizin Amerika’dan temin ettiği ve F-16 sistemlerinde kullandığı TGP olarak bahsedebileceğimiz keşif/gözlem ve hedefleme podunun yerli olarak tasarlandığını ve envantere alımlarının devam ettiğini söyleyebiliriz[4]. Bunların yanında elektro-optik sistemler, aviyonik sistemler, yazılımsal çözümler, haberleşme ve radar çözümleri gibi pek çok alanda askeri ve sivil ürünler sunuyor. Şahsi fikrim olarak bu ürünlerin yanı sıra Aselsan bünyesinde ar-ge faaliyetleri devam eden açıklanmamış birkaç on tane daha proje olduğunu söylebilirim.






İkinci olarak ise TUSAŞ ile devam etmek en mantıklısı olacaktır çünkü bünyesinde, yakın dönemde Türkiye’nin en büyükleri diyebileceğimiz projeler üzerinde çalışmalar yürütülüyor. Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı 1973 yılında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuştur. Hava Kuvvetlerinde F-16 kullanımı kararı alındıktan sonra Türk-Abd ortaklığında TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş(TAI), 25 yıllığına kurulurdu. 25 yıl dolmadan 2005 yılında TAI’deki yabancı hisseler Türk hissedarlar tarafından alınarak şirket yeniden yapılandırılmış ve TUSAŞ ile birleştirildi[5]. TUSAŞ kurulduğu yıllardan itibaren Türkiye’deki iş gücü ve bilgi potansiyelini kanıtlar konumda. 1987 yılından itibaren F-16 uçaklarının lisans altında üretimlerini yapmış ve Türk Hava Kuvvetleri’ne teslim etmiştir. Başarılı imalatları sonucunda Mısır için de F-16 üretimi yapılmıştır. Ek olarak  TUSAŞ tesislerinde üretilen 278 uçağın üç adedi “mükemmel” 29 adedi “sıfır hatalı” başarısı yakalamıştır[6]. Bunun dışında pek çok yabancı ülkeden ve yurt içinden modernizasyon çalışmaları almış ve başarıyla bu projeleri tamamlamıştır. Bunca başarının ardından 2006 yılında SSM ile aralarında imzalanan anlaşma neticesinde Hürkuş isimli turboprop motorlu yerli eğitim uçağı projesine başlanmıştır[7]. 2013 yılında ilk uçuşunu yapmış ve 2016 yılında SHGM tarafından tescillenmiştir. Hürkuşun eğitim versiyonu seri üretimde olduğu gibi hafif taarruz uçağı üzerindeki çalışmalar da devam etmektedir. Bunun yanında yurtdışına ihracatı konuşulmuş T-129 Atak askeri taarruz helikopterimiz de yine TUSAŞ tarafından yerli ve milli olarak üretilmiştir. Şu anda Atak helikopterinden gelen bilgi birikimiyle ağır sınıf taarruz helikopteri projesinde çalışmalarını yürütmektedir. Bir başka proje olan, 2013 yılında SSM ile anlaşılarak T-625 Gökbey helikopteriyle sivil alanda faaliyet göstermek amaçlanmıştır. Bu helikopterimiz ise 2018 yılında ilk uçuşunu tüm dünyayı şaşırtacak bir performansla geçmiştir. 2021 yılında seri üretimine geçilerek envantere alınmasını bekliyoruz. Bunların dışında Göktürk, Türksat gibi keşif/gözlem ve ya haberleşme uyduları üzerinde uzay alanında, Anka ve yakın zamanda üretimine başlanması öngörülen Aksungur ile iha alanında çalışarak ülkemize hizmet etmiştir. En son olarak da 2023 yılında hangardan çıkarılarak yer testlerine başlanması hedeflenen MMU projesini yürütmektedirler. Gördüğünüz gibi 30-40 yıl gibi kısa sürelerde global firmalarla yarışmaya başladılar.

 



 

Şimdi sizlere son zamanlarda birkaç önemli ürünüyle haberlerde görmüş olduğunuzu düşündüğüm Roketsan’dan bahsetmek istiyorum. Roketsan, Savunma Sanayii İcra Komitesi (SSİK) kararı ile Türkiye’nin roket ve füze sistemleri ihtiyaçlarını karşılamak ve bu sistemleri geliştirmek amacıyla 1988 yılında kurulmuştur. 1995 yılında altyapıların tamamlanması sonucunda Roketsan için tasarım aşaması başlamış oldu ve dünyadaki muadillerine göre daha gelişmiş, 11 km menzile sahip TR-107 ve 40 km menzile sahip TR-122 roketleri ve Çok Namlulu Roketatar Sistemi (ÇNRA)’ nın tasarımı, geliştirilmesi ve üretilmesi faaliyetlerini göstermiştir. 2004 yılında başlatılan Cirit füzesiyle birlikte Lazer Güdüm, Duyarsız Roket Motoru, Duyarsız Harp Başlığı gibi alanlarda tecrübe ve bilgi kazanılmış oldu. Yine aynı yılda ihracat anlaşmaları imzalanmış ve ilk defa yurtdışına sistem bazında satış gerçekleştirmiştir. Roketsan tarafından, Türk Silahlı Kuvvetleri için Uzun Menzilli Tank Savar (UMTAS) ve Orta Menzilli Tank Savar (OMTAS) füzeleri, Hisar Hava Savunma Sistemleri Ailesi geliştirilmiş, testleri yapılmış ve envantere alınmıştır. Son zamanlarda adını Sihalarımız ile birlikte kullanılan Mini Akıllı Mühimmat (MAM) serisini üreterek duyurdu. Aynı zamanda yabancı emsallerinin altında kalmayı bırakın onlarla yarışan ve özellikle Deniz Kuvvetleri Komutanlığımız için önemli bir ihtiyaç olan Gemisavar Füze Atmaca’yı geliştirdi. Atmaca özellikle ilerleyen zamanlarda artırılacağı tahmin edilen menzili sayesinde ülkemize Doğu Akdeniz’de önemli bir caydırıcılık sağlayacak. Roketsan ülkemizin savunma sanayi alanında bel kemiği olan firmalardan birisi.






 

Sıra geldi savunma sanayi projelerinde önemli işler yapan diğer bir firmamıza; STM. STM, SSİK tarafından alınan karar ile 1991 yılında kuruldu. Bugünlerde deniz platformları, siber güvenlik, otomasyon, radar ve uydu sistemleri, kontrol sistemleri gibi çok geniş alanlarda ürünler sunuyor. Başta TSK olmak üzere askeri ve sivil alanlarda çalışmalar yapıyor. Özellikle deniz sistemlerinde önemli başarılara imza attılar. Milgem Projesi kapsamında tersane altyapılarının tesbiti ve temini, deniz platformlarında kullanılan sistemlerin yerlileştirilmesi konusunda verdikleri danışmanlıklar, deniz platformlarındaki ana tahrik sistemleri üzerindeki çalışmaları en önemli başarılarıdır diyebiliriz. MİLGEM projesi içerisinde Ada Sınıfı (korvet), İ Sınıfı (fırkateyn), TF2000 Sınıfı (muhrip) olacak şekilde toplamda 12 geminin inşaasını kapsıyor. Bu projenin ilk gemisi HEYBELİADA 2011, ve takiben BÜYÜKADA 2013, BURGAZADA 2018, KINALIADA 2019 yıllarında Türk Deniz Kuvvetleri hizmetine verilmiştir. Projenin ilk dört korvetinden farklı olarak 5-8. gemiler hava savunma kabiliyetini de içerecek şekilde fırkateyn sınıfında (İ Sınıfı) üretilmesi konusunda SSB ile STM arasında 2019 tarihinde anlaşma yapılmış ve proje takvimi yürürlüğe koyuldu. Bu kapsamda ilk İ Sınıfı fırkateynin 2023 yılında envantere alınması planlanıyor. Aynı zamanda Hava Savunma Harbi Muhribi TF2000’lerin de 2027 yılında ilk gemisinin envantere girmesi bekleniyor. Bunun dışında STM, otonom sistemlerde Kargu ve Alpagu, uydu teknolojilerinde Pirisat ve Lagari gibi ürünleriyle savunma sanayimize ve ülkemize katkı sağlıyor[8]

 

Şimdi yazılım alanında en büyük şirketlerimizden Havelsan’ı konuşalım isterseniz. Havelsan TSKGV’nin bir şirketi olarak 1982 yılında kurulmuştur.Türkiye’nin en büyük teknoloji firmalarından biri olarak kabul edilen HAVELSAN; deneyimi, uzman çalışanları, ileri teknolojiye dayalı yazılım yoğun özgün çözüm ve ürünleriyle uluslararası pazarda lider bir markadır.[9] Bilişim, simülatör, siber güvenlik ve savunma gibi alanlarda önemli çalışmaları bulunuyor. Bilişim alanında eğitim, sağlık, lojistik, güvenlik gibi sektörlere hizmet veriyorlar. Havelsan’nın Havelsan Diyalog uygulaması ile yüksek kalitede ses ve görüntü bağlantısıyla konferans yapılabilir, Havelsan Drive’a içiniz rahat bir şekilde dosyalarınız yükleyebilirsiniz. Bunun dışında çeşitli kuruluşların kullanabileceği şekilde Havelsan T-Ray, Havelsan Astarbı, Havelsan H-Arf gibi çözümleri de bulunuyor. Belki de en önemli çalışmaları diyebileceğimiz ürünleri, simülasyon alanında hayata buluyor. EASA-D standartlarında simülasyon üretimi yapan Havelsan TSK personellerinin dış ortamdan etkilenmeden, dışarıya taktik görsel ve sesli materyal vermeden eğitimlerini alması konusunda çok önemli bir konumda. Simülatörler, Hava Kuvvetlerimizde F-16 pilotları için intibak, tekamül, harbe hazırlık alanlarında eğitim almasını sağlarken senaryo planlama, veri tabanı geliştirme gibi olanaklarıyla bakım ve teknik ekibin, test pilotlarının da eksiksiz eğitim almasını sağlıyor. Hem sabit kanatlı, hem de döner kanatlı sistemlere özel simülatörler üretiliyor. Hatta geçtiğimiz dönemlerde T-129 Atak helikopterlerimiz için geliştirilen simülatör envantere alındı. Havelsan sadece TSK için değil sivil havacılık için de çeşitli simülatörler üretiyor[10]

 


Son olarak Kara Kuvvetlerimize çok büyük katkılar ve imkanlar sunan BMC ve FNSS firmalarımızdan bahsedelim. BMC ile ilgili bilgileri vererek başlayayım. BMC 1964 yılında kurulmuştur. Kurulduğu zamandan itibaren sermayesi büyük oranda yerli olan BMC şuanda %100 yerli sermaye ile varlığını sürdürmektedir. Sivil ve askeri alana otobüs, kamyon, mayına korumalı zırhlılardan taktik tekerlekli araçlara kadar pek çok alanda üretim gerçekleştirebilecek kapasitede ve esnekliktedir. Bu zamana kadar 300 bin adeti aşan üretim sayısı, 80’i aşan ülkeye yaptığı ihracatlar ile Türkiye ekonomisine 10 milyar dolarlık katma değer sağlamıştır. Şu Anda da gerek ar-ge gerekse üretimleriyle yüksek teknolojiyi takip etmeye ve öncü olmak konusunda çalışmalarını sürdürüyorlar[11]. Otobüs konusunda pek çok çeşidi olan BMC elektrikli NEOCITY modeliyle Avrupa’da ihracat yakalamayı hedefliyor[12]. Savunma sanayisine, pekçok lojistik kamyon ve çeşitli zırhlılar dışında, adını çokça duyduğunuzu tahmin ettiğim Kirpi araçlarını üretiyorlar. Ayrıca son zamanlarda Altay projesinin seri üretimini de kendi bünyelerine aldılar ve ilerleyen zamanlarda envantere alımların başlaması öngörülüyor[13]. O zaman sırayı FNSS’ye vermenin vakti geldi. FNSS %51 Nurol Holding %49 BAE Systems’e aittir. 1985 yılında SSM’nin kuruluşunu müteakip olarak 1986 yılında kurulmuştur. SSM’nin kurulduktan sonra ele aldığı ilk proje “Zırhlı Muharebe Aracı” projesi olmuştu. Projeye teklifler 27 Kasım 1986 yılında tamamlanmış, 1988 yılında bu proje kapsamında ihaleyi FNSS’nin kazandığı açıklanmıştı[14]. Bu proje 1700 aracın 10 yılda üretilip teslim edilmesini öngörüyordu. Anlaşmanın hemen ardından FNSS kuruluş yıllarını tamamlamış oldu. Birçok farklı tipte zırhlı araç üretimi yapan FNSS’nin başlıca ürünleri olarak, Akıncı ZMA, Kaplan ZMA, ZPTP gibi zırhlı paletli sistem aileleri; Pars ailesi içerisinde 4x4, 6x6, 8x8 olarak çeşitli taktik tekerlekli zırhlı araçları sayabiliriz. Bunun dışında son zamanlarda FNSS elinden çıkan Samur projesi önemli bir başarıdır. Amfibik bir sistem olan Samur temini ve üretimi zor olan bir teknolojidir. Kara araçlarıyla birlikte ilerleyerek nehir ve göl üzerinden kara taşıtlarının taşınması sırasında seyyar bir köprü görevi görür[15].




 

Görüldüğü üzere, 1970’lerden itibaren en fazla 40-50 yıllık bir süre içerisinde küresel savunma şirketlerinin ürettiği teknolojileri yakalamayı hatta bazı konularda yabancı ürünlerle rekabet ederek yeni teknolojileri üretmeyi başarmış bir savunma sanayi sektörüne sahibiz. Türkiye, konumu nedeniyle kendisini güvene almayı hedeflemiş ve yurtdışından maruz kaldığı ambargolara karşı ayakta kalmayı planlamış, bunu da başarmıştır. Önümüzdeki dönemlerde devam eden projelerin meyvelerini vermesi ve önümüze engel olan bazı konuların aşılmasıyla büyük ihracat anlaşmaları görebilir, ülkemizin bölgedeki en caydırıcı güçlerden birisi olduğunu görebiliriz.











Kaynakça :


[1] https://www.aselsan.com.tr/tr/hakkimizda/tarihce

[2] https://www.ssb.gov.tr/Website/contentList.aspx?PageID=2622&LangID=1#:~:text=Savunma%20Sanayii%20%C4%B0lk%20100'de%207%20T%C3%BCrk%20Firmas%C4%B1%20Yer%20Ald%C4%B1&text=ASELSAN%20ilk%2050'nin%20i%C3%A7ine,y%C4%B1l%C4%B1nda%20BMC%20ilk%20kez%20girdi.

[3] https://twitter.com/IsmailDemirSSB/status/1313425028302680066?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1313425028302680066%7Ctwgr%5E&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.savunmasanayi.org%2Fkanadanin-celmesine-karsi-aselsan-catsleri-sahaya-suruyor%2F

[4] https://www.aselsan.com.tr/tr/cozumlerimiz/aviyonik-ve-seyrusefer-sistemler/elektrooptik-sistemler/aselpod-gelismis-hedefleme-podu-elektrooptik-kesif-gozetleme-ve-hedefleme-sistemi


[5] https://www.tusas.com/kurumsal/hakkimizda

[6] https://www.tusas.com/urunler/ucak

[7] https://web.archive.org/web/20160809135358/https://www.tai.com.tr/tr/proje/hurkus

[8] https://www.stm.com.tr/tr#cozumlerimiz

[9] https://www.havelsan.com.tr/kurumsal/hakkimizda/sirket-profili

[10] https://www.havelsan.com.tr/sektorler/bilgi-ve-iletisim#

[11] https://www.bmc.com.tr/kurumsal/hakkimizda

[12] https://www.bmc.com.tr/otobus

[13] https://www.bmc.com.tr/savunma-sanayi

[14] https://www.fnss.com.tr/kurumsal/hakkimizda/tarihcemiz

[15] https://www.fnss.com.tr/urunlerimiz








26 Kasım 2020 Perşembe




Hasan Gökalp YILMAZ  / Ege Üniversitesi Biyoloji

 Crematogaster nedir? 

 

Crematogaster türleri ya da halk tabiri ile Akrobat karıncalar 

dünya çapında yaygın bir türdür. Normal olarak Antartika hariç tüm kıtalara yayılmışlardır. Genel olarak tropik ve nemli iklimlerde yer alırlar. Ki bu bulunduğumuz Ege bölgesini de ele alır. Crematogasterler sivri abdomen veyahut gasterları ve küçük boyutları ile çoğunlukla diğer türlerden rahatlıkla ayırt edilebilirler ve bu kraliçeler için de geçerlidir. Tek farkı kraliçelerin normal olarak abdomenleri daha geniş ve uzundur. Davranışsal olarak hiperaktif, agresif bir yapıları vardır ve tehditlere karşı gasterlerini yukarı doğru kasıp formik asit fışkırtmaları, iğneleri ile düşmanlarını sokmaları ve kendilerini büyük göstererek düşmanlarını korkutmaya çalışmaları ile bilinirler. 

                        


                    



                                   Crematogaster hespera 

 

 

Dünya dağılımları: 

Afrika: Cezayir, Angola, Benin, Botsvana, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Komorlar, Kongo, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Cibuti, Mısır, Ekvator Ginesi, Eritre, Etiyopya, Gabon, Gambiya, Gana, Grande Glorieuse, Gine, Ile du Lys , Fildişi Sahili, Juan de Nova Adası, Kenya, Lesotho, Liberya, Libya, Makaronezya, Madagaskar, Mali, Mauritius, Mayotte, Fas, Mozambik, Namibya, Nijer, Nijerya, Senegal, Seyşeller, Sierra Leone, Somali, Güney Afrika, Güney Sudan, Sudan, Svaziland, Tanzanya, Togo, Tunus, Uganda, Zambiya, Zimbabve 

 

Amerika: Arjantin, Aruba, Bahamalar, Barbados, Belize, Bermuda, Bolivya, Brezilya, Kanada, Cayman Adaları, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, El Salvador, Fransız Guyanası, Galapagos Adaları, Grenada, Guadeloupe, Guatemala, Guyana, Haiti, Honduras, Jamaika, Martinik, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Peru, Porto Riko, Saint Kitts ve Nevis, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler, Surinam, Trinidad ve Tobago, Amerika Birleşik Devletleri, ABD Virgin Adaları , Uruguay, Venezuela 

 

Asya: Afganistan, Borneo, Brunei, Kamboçya, Çin, Kıbrıs, Hindistan, Endonezya, İran, Irak, İsrail, Japonya, Kazakistan, Laos, Lübnan, Malezya, Myanmar, Nicobar Adası, Umman, Filistin, Filipinler, Suudi Arabistan, Singapur, Sri Lanka, Suriye, Tayvan, Tayland, Türkiye, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Özbekistan, Vietnam, Yemen 

 

Avrupa: Avusturya, Bulgaristan, Hırvatistan, Fransa, Almanya, Yunanistan, İtalya, Malta, Karadağ, Portekiz, Rusya, Sırbistan, Slovenya, İspanya, İsviçre, Ukrayna, Birleşik Krallık 

 

Okyanusya: Avustralya, Mikronezya, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Vanuatu 

 

Doğada nerelerde bulabiliriz? 

Crematogasterler ağaçlara daha doğrusu ölü ağaçlara yakınlıkları ile tanınırlar. Onları Ölü kütüklerin içerisinde, ağaçların köklerinin diplerinde, dallara kurulmuş ölü bitki ve topraktan çiğnenip tükürülmüş ''karton'' adlı bir karışım ile yapılmış ilk başta arı kovanı sanabileceğiniz yapılarda yaşarlar.  Bunlar genel olarak dünyada nerede bulabileceğinize dair bilgilerdi Türkiyede ise karton kovanlara maalesef daha önce şahit olmadım çünkü sanırım bu kovanlar daha tropik bölgelerdeki türlere özgü olmalı. 

 

Diyetleri nelerden oluşur? 

Hayli agresiflikleri ile tanınan bu tür özellikle büyük küçük ayırt etmeden çoğu böcek türünü avlaması ile bilinir. Öyle ki bazı türler Eşek arılarını avladığı gerekçesi ile Eşek arılarının kimyasal sinyallerine daha hassas hala gelmiştir çünkü sürekli uçan bu böceklerin bulunup yakalanması bir zorluk yaratıyordu. Şunu da eklemek istiyorum ki sadece böceklerden beslenen bir tür değildir Crematogasterler, diğer türler gibi şekerli besinler de tüketmektedirler. Hatta bir çok tür çevre etkenlerinden dolayı şeker ve tohum gibi besinler de rahatlıkla tüketmektedir. 

 

Davranış şekilleri üzerine derin bir bakış 

 

Avlanma stratejileri: Boyutları küçük olsa dahi bu türler sayı çoğunluğu ve zehirleri ile de bilinirler. Bir işçi veyahut av arayan karıncalara verdiğimiz tabir olan izci, bir böcek yakaladığı ya da tespit ettiği takdirde tespit ettiğine dair feromonlar salgılamaya başlar. Karıncalar avı yakaladığı takdirde halihazırda zehirin etkisinde olan böceğin uzuvlarından tutup açarak onları sırtlarında taşımaya başlarlar. 

Avlarını da ağaç tepelerine bacaklarındaki ağaçlarda yürüyebilmek için evrilmiş uzuvlarla tutunarak taşırlar bunlara da arolia denmektedir. 

 

Defansif stratejileri: Yukarıda da bahsettiğim üzere bu karıncalar gaster yani karın bölgelerini kasıp havaya kaldırmaları ile biliniyorlar. Bu düşmanlarını daha rahat sokmaları içindir. Bu zehir metaplevral bezde (karıncalara özgü bir bez) karmaşık ve basit fenoller ve karboksilik asitlerden oluşur aynı zamanda bazı antibiyotik özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Bu karıncalar aynı zamanda savaştıkları canlılara zehir keselerinden köpüksü iplikler fışkırtıp onları etkisiz bıraktığı gözlenmiştir. 

 

 

Avlanan bir grup işçi gasterlerini havaya dikmiş bir şekilde avlarını etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Görselde nasıl rahatlıkla avlarını sokabildiklerini anlayabilirsiniz. 

 

Kolonideki iş kolları ve üreme 

Diğer her tür gibi bu karıncalar da çalışma görevlerine bağlı kastlar oluşturur. Bu kastlar davranışsal olsa dahi boyut ve yaş da her tür gibi onlar için büyük bir etmendir. Asker karıncalar veyahut diğer adlarıyla major karıncalar koloni güvenliği ve besin edinimi ile uğraşırken küçük olanlar ise kraliçenin, yuvanın ve yavrularının bakımını üstlenmektir. 

 

Diğer çoğu tür gibi akrobat kraliçeleri de bir erkekle çiftleşir ve erkek de bir süre sonra ölür. Kraliçe ise kanatlarını döküp kendine bir yuva aramaya başlar. Bu türlerde aynı zamanda büyük işçiler döllenmemiş yumurta yumurtlayabilirler. Kraliçe eğer hayatta ise yumurtaları yiyecektir eğer değilse yumurtalar erkeklere dönüşebilir. 

Kraliçe olduğu kadar bu büyük karıncalar da kolonide önem arz eder çünkü işleyebilen karıncalar yumurtlayabildikleri için yeni koloniler de yapabilirler. 

 

 

Tür ile bizzat karşılaşmam ve gözlemlerim 

Crematogaster karıncalarıyla lise yıllarımda okulun bahçesinde ağaçların diplerinde etrafında gözlemlemiştim. Tür halihazırda bahçemizde uzayan üzüm bağından sarkan üzümleri tamamen ele geçirmişti ve sürekli oradan şeker zaten edinmekteydi. Ben yine de bir küp şekeri ıslatarak karıncaların yakınına koydum ve bir süre sonra hemen bir grup işçi küp şekerin etrafına doluştu ve kontrol edip bir süre sonra da tehdit olmadığını anlamış olmalılar ki şekeri küpten yavaş yavaş almaya başlamışlardı. Koloni fazlasıyla aktifti ve sayıca bayağı büyüktü ki çimenlik bölgenin büyük bir kısmını kaplıyorlardı. Aynı zamanda çokluklarının sebebinin yuvalarını ağaç gibi sağlam ve insanlar tarafından etki görmeyen bir yere konuşlandırmış olduklarından dolayı olduğunu düşünüyorum çünkü bu koloninin aksine gördüğüm diğer türlerden koloniler zemindeydi ve üstlerine basılması ve yuvalarının sürekli dağılması çok olasıydı. 

 

 

Yardımcı kaynaklar:  

 

 

 

 

 

EDE ŞEN(EGE ÜNİVERSİTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI) TÜRKİYEDE DEPREM GERÇEĞİNİ YAZDI.

BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: DEPREM           İnsanoğlunun belki de en büyük hatası göremediklerini unutmak ve sadece görebildiklerine odaklanmaktır...