22 Mart 2020 Pazar



                   BİR DAHİ : NİKOLA TESLA



Furkan Ali Uran / Ege Üniversitesi Ameliyathane Hizmetleri

 Bırakın, doğruları gelecek söylesin ve herkesi eserlerine ve başarılarına göre değerlendirsin. Bu gün onların olsun, ama uğruna çok uğraştığım gelecek, benimdir
-Nikola Tesla
    Nikola Tesla dünya bilim tarihini kökten değiştiren deneylere ve icatlara imza atmış bir mucittir.
    10 Temmuz 1856 tarihinde bugün ki Sırbistan’ın Similjan kasabasında doğdu. İzinden gittiği annesi pratik ev aletleri mucidi olarak tanınan bir kadındı. Annesinin desteği ile fizik ve matematiğini ilerleten Tesla Avusturya Prag Politeknik Üniversitesi’nde okudu. Ağır depresyondan geçen Tesla Okulu yarıda bırakıp başka bir üniversite de okumaya başladı. Babasının ölümü üzerine bu okulu da bıraktı. Hayatının son dönemlerinde giderek garipleşip içine kapandı.
Tesla’ya göre doğru akımı kullanmak sistem olarak yanlıştı alternatif akım elektrik sistemini baştan sona tasarladı. Alternatif akım motorları onun tarafından bulundu. Niagara Şelalesi’ni hidroelektrik elde etmek için kullanacağım.” diyerek herkesi şoke etti. İcatlarını kendi deyimi ile uykusuz geçen gecelerde “Zihninde çakan şimşekler” ardından yaptığını söyledi.



Adams Enerji Santrali Trafo Evi
   Niagara Şelalesi’nin akış gücünden yararlanılarak hidroelektrik santrali kurma arayışları vardı. Başlangıçta Edison’un doğru akım tesisi düşünülüyordu ancak Tesla’nın alternatif akım teklifi kabul edildi. Yapılan çalışmalar sonucunda şalter 16 Kasım 1896’da kaldırıldı ve Santral’den New York’un Buffalo kentine güç vermeye başladı. Bu santrale yeni eklenen santrallerle birlikte New York’un tamamına elektrik verilmeye başlandı ve bu modern hidroelektrik santralleri için bir standart haline geldi.

Uzaktan Kumanda
    1898 yılında ilk defa uzaktan kumanda ile yönetim sistemini bir araca uyguladı. Mayıs, 1898'de Madison Square Garden'da dünyaya bu buluşunu tanıttı. Bahsi geçen araç su üstünde hareket eden ve uzaktan kumanda ile yönetilebilen bir bottu. Projelerinin tanıtımında afili yöntemler uygulayan Nikola Tesla'yı izleyen herkes, Nikola Tesla'nın bunu beyin gücüyle yaptığına inandı. Daha sonra Nikola Tesla uzaktan kumandayla bunu başardığını açıkladı.

Tesla Bobini

Tesla’nın en önemli buluşlarından biridir. 1891’de tasarladığı bu bobinin patentini aynı yıl aldı. Tesla bobini, yüksek voltaj, düşük akım ve yüksek frekansta alternatif akım üretmek amacıyla kullanılan deşarj bobinidir. Bu bobin; aydınlanma, röntgen ışınları üretimi, yüksek frekanslı alternatif akım, elektroterapi ve kablosuz elektrik üretimi gibi alanlarda kullanıldı. Tesla bobini ile Tesla, şimşek çaktırılabilir, vücuttan elektrik akımı geçirilebilir ve elektron rüzgarları yapabilirdi. Günümüzde ise bu icat, eğlence ve eğitim amaçlı gösteriler için kullanılıyor.


Akım Savaşları
   19. yy’ın sonlarına doğru New York’ta elektriğe çok büyük bir talep vardı. Edison’un Pearl Caddesi’nde bulunan doğru akım jeneratörü ise bir anda tekel haline gelmişti. New York Şehri’nin zenginleri evlerine elektrik bağlatmak için sıraya girmişti. İş adamı Andrew Carnegie ile banker J.P.Morgan, Edison’un hem destekçisi hem de elektriği evinde kullanan kişilerdi. 
Bu sıralarda Tesla, New York’ta  AIEE (şimdiki IEEE)’nin bir toplantısında çok gösterişli bir konferans verip, tek ve çok fazlı alternatif akım sistemlerinin gösterisini yapıyordu. Dünya mühendisleri Tesla’nın bu buluşuyla telle yapılan elektrik enerjisi iletimindeki sınırlamanın giderilmiş olduğunu gördüler.
Tesla çalışmalarını anlatabileceği böyle bir ortamı hemen bulamamıştı. New York’taki laboratuarında geliştirdiği akkor lambasına pazar aramakla meşgul olan Edison ile ilk karşılaşmasında Tesla, büyük bir heyecanla çalışmalarından Edison’a söz etti.
Edison böyle teorik alışmalarla vakit harcaması yerine onunla birlikte çalışmasını önerdi. Edison o yıllarda kurduğu şirket ile (General Electric) şehirlere doğrusal akım kullanarak elektrik üreten santraller inşa ediyordu. Fakat bu santrallerin ürettiği akım kısa mesafelere iletilebildiği için ve tam verimli çalışmadığından dolayı o yıllarda Amerika’da sık sık elektrik kesintileri yaşanmaktaydı. Tesla, Edison’un yanında çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra santrallerdeki sorunları çözmeyi başardı. Ancak Edison’un kendisine söz verdiği ücreti talep ettiğinde Edison şaşırmış bir şekilde, tam bir Amerikalı gibi düşünmeye başladığında Amerikan şakalarından da anlayabileceğini söyledi ve bir ücret ödemedi. Tesla derhal istifa etti.  
Savaş Başlıyor!
  Tesla’nın sisteminin daha üstün niteliklere sahip olduğunu Edison da biliyordu. Bu yüzden alternatif akımı karalamak için propagandalara başvurdu. İşte ilk elektrikli sandalye fikri, bu rekabet sırasında doğdu. Edison, Tesla’nın sisteminin ne kadar tehlikeli olduğunu herkese göstermek için, elektrikli sandalyeyi kullanmaktan çekinmedi. Elektrikli sandalye, ilk olarak 6 Ağustos 1890′da bir mahkûmu idam etmek amacıyla kullanıldı. Bu mahkûmWilliam Kemmler’dı.
Bir muhabir; elektrikli sandalye ile idamı, “dehşet verici bir manzara, asmaktan çok daha kötü” şeklinde tarif ediyordu. Çünkü elektrikli sandalyenin asıl amacı şov yaparak insanları korkutmaktı: “Akımların Savaşı” kazanılmalıydı. 
 
Bütün bu negatif propagandaya rağmen Tesla ve Westinghouse pes etmedi. Kolomb’un Amerika kıtasını keşfinin 400. yılı onuruna düzenlenen Chicago Dünya Fuarı’nın ışıklandırma ihalesinde Edison’un doğru akımının karşısına çıktılar. Fuarın teması elektrikti ve kazanırlarsa Edison’un doğru akımı karşısında büyük bir zafer ve prestij kazanmış olacaklardı. Westinghouse, ihaleyi kazandı!
Akımlar Savaşının Galibi Kim Oldu Dersiniz?
    O zaman ki Amerikan hükümeti, Niagara Şelalesi’nin gücünden yararlanmak için bir santral kurmaya karar verince; Edison’un bütün karalama çalışmalarına karşılık, alternatif akımın avantajı daha fazla olduğundan Tesla’nın sistemini Edison’un sistemine tercih etti. Santraldeki jeneratörlerin üzerinde, Tesla’nın adı yer alıyordu. Edison’u teskin edebilmek için, şelalede ki santralden  gelen elektriğin iletim hatları,  General Electric’e bırakıldı.
Son olarak Tesla’nın Edison hakkında söylediği sözlerle yazımızı bitirelim;

“Edison, bir samanlıkta kayıp bir iğneyi bulmak durumunda olsa bir bal arısı çalışkanlığı ile tüm samanların altına tek tek bakarak söz konusu iğneyi bulmaya çalışır. Ben bilimsel çalışmalarında buna sık sık tanık olurdum. Oysa biraz teorik çalışma, biraz da hesaplama yapmak suretiyle harcadığı vakit ve emeğin yüzde doksanından tasarruf edebilirdi.”
Kaynakça: https://taskinbilgist.blogspot.com/2019/10/nikola-tesla-nin-gercek-hikayesi-ve-buluslari-icatlari.html
https://www.elektrikport.com/universite/tesla-vs-edison-akim-savaslari/6836#ad-image-0 
                                   



    Cumhuriyet Dönemi Sağlık Seferberliği (1920-1960 yılları)
                                                                   
       
        Günay HÜSEYİNOVA / Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi 
                                                               

                                                                                        Özet
1920’li yılların başında Ankara’da yeni ve ulusal bir hükümetin işbaşına gelişinin 
yarattığı coşku birçok alanda olduğu gibi sağlık alanında da önemli gelişmelere yol açmıştır. 
Özellikle Dr. Refik Saydam’ın Sıhhiye Vekili (sağlık bakanı) oluşuyla birlikte gerçekleşen sağlık 
uygulamaları uzun yıllar boyunca Türkiye’deki sağlık politikalarında belirleyici olmuştur.
                                               

                                                               

   Giriş

Türkiye’de sağlık hizmetlerini modernleştirme çabaları, Cumhuriyet 
döneminin öncesine uzanır. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti, sağlık alanında insanların 
ihtiyaçlarını karşılayan bir takım çabalar içerisine girmiştir. Bu amaçla, 1871 tarihinde 
“İdare-i Umumiyet Tıbbiye Nizamnamesi”ni yayımlamış böylece halka hizmet amacı güden 
kimi örgütlerin kurulması sağlanmıştır. “Memleket Tabipleri” adlı bir kadro yaratan ve 
ülkenin gerekli yerlerine hekim gönderme hakkına sahip olan devlet bunun yanı sıra
“Tabip Muavini” makamını da yaratarak memleket tabiplerinin yanına birer yardımcı 
almalarının yolunu açmıştır. Bu düzenleme 1912 tarihinde “Vilayet-i İdare-i Sıhhiye 
Nizamnamesi”nin yayımlanması ile değişmiştir. Buna göre, memleket tabibi kaldırılmış 
yerine “Hükümet Tabibi” adıyla yeni bir birim oluşturulmuştur.

Dr.Refik Saydam Dönemi

Dr. Refik Saydam’ın Sağlık Bakanlığı Döneminde Sağlık Alanında çıkarılan yasalardan ilki 8 Eylül 1926 tarihli Özel İdare ve Belediyelerdeki Sağlık ve Hayır İşlerine İlişkin kararnamedir. Bu kararnameyle Özel idare, Büyükşehir ve diğer belediye bütçelerinin, sağlık ve hayır işleriyle ilgili düzenlemeleri içeren yönetmeliğin yürürlüğe girdiği bildirilmektedir. 1926 yılında başlatılan diğer bir uygulama ise tatil günlerinde hizmet alınabilmesi ile ilgili kanundur. 1 Aralık 1926 tarihinde çıkarılan kanunla, halkın hafta sonu tatilinde de sağlık hizmeti alabilmesi için bir takım düzenlemeler yapılıp,hastane,dispanser ve eczanelerin o dönemde resmi tatil olan Cuma günleri de açık tutulması sağlanmıştır.
Refik Saydam döneminde çıkan en önemli kanun ise şüphesiz ki “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanundur”.
Kanunun birinci bölümü doktorlarla ilgili hükümlere ayrılmıştır. Bu bölümde doktorluk yapabilme, hasta muayene edebilme koşulları, özel muayenehane açma ve kapatma koşulları, çeşitli kurumlarda görevlendirilecek doktorların nitelikleri, ameliyat yapma koşulları ve aykırı davranışı bulunan  doktorlara uygulanacak cezalar belirtilmektedir. Yasanın bu maddesi ile hekimlere özel muayenehane açma olanağı da tanınmıştır.
İkinci bölüm diş doktorları ve dişçilerle ilgili hükümler içermiş, üçüncü bölüm ebelerle ilgili, dördüncü bölüm sünnetçilerle ilgili, beşinci bölüm hastabakıcı, hemşireler konusunda olup, altıncı bölüm genel hükümleri içermiştir. Doktor, diş doktoru, dişçi ve ebelerin bu kanunda belirtilmeyen ve diğer kanun ve tüzüklerle kendilerine verilmiş olan tüm görevleri yapmakla yükümlü oldukları, doktor, diş doktoru ve dişçilerin yapacakları her tür işlemde hastanın olurunu alma zorunda oldukları, hastalarla olan ücret anlaşmazlıklarının nasıl çözümleneceği, defter tutma zorunluluğu, ölenlerin diploma ve belgelerine uygulanacak işlemler, Türkiye’de (Müktesep) hak sahiplerinin mesleklerini bu kanun doğrultusunda sürdürebilecekleri ve kanunun Sıhhiye, Adliye ve Maarif Vekillerince yürütüleceği belirtilmektedir. Dönemin bir diğer önemli gelişmesi Merkez Hıfzısıhha Kurumunun oluşturulması ile ilgili bir kanunun yürürlüğe girmesi olmuştur. 10 Mayıs 1928 tarihinde meclise gelen tasarıya göre; halk sağlığının korunması için bilimsel gelişmelerin izlenmesi gerektiği, bu yüzden de uzmanlardan oluşan bir kuruma gereksinim olduğu belirtilmiştir.

Bu kanunların dışında devletin hastalıklarla mücadele yöntemlerine de bakmak gerekir. Dr. Refik Saydam döneminde bulaşıcı hastalıklar konusunda en büyük sıkıntı ve mücadele sıtma hastalığında görülmüştür. Bu hastalıkla mücadele için koruyucu ilaçlar dağıtılmış, hastalar tedavi edilmiş,bataklıklar kurutulmuştur. Mücadele edilen diğer bir hastalık trahom olmuştur. Trahom özellikle az gelişmiş Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde görülen önemli bir hastalıktır ve mücadele için gezici ekipler devreye sokulmuştur. Frengi hastalığı için ücretsiz ilaç dağıtılmış, ayrıca koruyucu önlemler de alınmıştır. Bilhassa Genel Hıfzısıhha Kanunu bu konuda etkili olmuştur. Tabi bu dönemin en önemli hastalıklarından biri de verem olmuştur. 1930 yılında veremle mücadele adına Heybeliada’daki sanatoryuma 35 yataklı bir bölüm ilave edilmiş ve yatak sayısı 130’a çıkarılmıştır. Haydarpaşa’daki Bulaşıcı Hastalıklar Hastanesi’ndeki veremlilere ayrılan yatak sayısı da 75’e çıkarılmıştır. Osmanlı Devleti zamanında açılmış olan “Veremle Mücadele Osmanlı Cemiyeti” 1927’de “İstanbul Veremle Mücadele Cemiyeti” ile desteklenmiş ve bunu başka il merkezleri de izlemiştir. 1940 tarihine gelindiğinde verem savaş dispanserlerinin sayısının üçe çıkmış olduğu görülecektir.Kuduz için ise yurdun çeşitli yerlerinde kuduz tedavi merkezleri açılmıştır. Aşı üretimi ve laboratuarlar konusunda İzmir’de il özel idaresince oluşturulan bakteriyoloji ve kimya bölümleri bulunan kurum Bakanlıkça Hudut ve Sahiller Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.
Tabi tüm bu gelişmeler yaşanırken Kızılay’ın rolünü ve kendisine verilen önemi de unutmamak gerekir. “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti”, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, 1923’te “Türkiye Hilal-i Ahmer Cemiyeti”ne, 1935’te ise Atatürk’ün teklifi ile “Türkiye Kızılay Cemiyeti”ne dönüştürülmüş ve faaliyetleri hızla artmıştır. 

                                                                        
                                                                                Sonuç

Cumhuriyetin ilk yıllarında, gerçekleştirilen sağlık hizmetleri her ne kadar Osmanlı dönemi ile bir devamlılık arz etse de bu dönemin kendisine has yenilikçi koşullarından olumlu anlamda etkilenmiştir. Yeni kurulan cumhuriyet yönetimi hem daha gönülden hem de daha coşkulu bir ruhla bu işe sarılmıştır. Atatürk’ün henüz 1920 Eylül’ünde bahsettiği halkçı devlet anlayışı belki de en çok sağlık politikaları ile kendisini ifade etme şansı bulmuştur.





Kaynakça 
AYDIN, Erdem, “Türkiye’de Taşra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetlerinin 
Örgütlenmesi Tarihi”, Toplum ve Hekim, XII / 80 (Temmuz-Ağustos 1997).
EREN, Nevzat, “Refik Saydam’ın Sağlık Politikası ve Temel Sağlık Hizmetleri”, Dr.
Refik Saydam 1881-1942, Ölümünün 40. Yılı Anısına, Sağlık ve Sosyal Yardım 
Bakanlığı yay., No:495, Ankara, 1982.
EREN, Nevzat ve Öztek, Zafer, Sağlık Ocağı Yönetimi, Palme yay., Ankara, 1993.
GÜRSEL, Ali, Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları (1920-1960), (Yayımlanmamış 
Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 
Enstitüsü, Ankara, 1998.
KİLİ, Suna ve Gözübüyük, A. Şeref, Türk Anayasa Metinleri (Sened-i İttifaktan 
Günümüze), 2. baskı, Türkiye İş Bankası Kültür yay., İstanbul, 2000.



             EVRENLER, ENERJİ VE İLİŞKİLERİ



  Alp  SALTIK / Ege Üniversitesi Astronomi






İnsanlığın, bilim ve medeniyetini sürekli ileri taşımak mecburiyetinden kaynaklı buluşların ötesine geçebilmesinden sonra insanlığın lüks düşkünlüğü ve giderek azalsa da sürekli üretmenin gerekliliğini bilen bilimciler tarafından hayatı kolaylaştırmak ve evreni anlamak amacıyla insanlık tarihine yön veren ve çoğu zaman ışık tutan çalışmalar yapıldı. İnsanlığın uzayı anlamak ve kendini tanımak adına attığı en büyük adımlar son 60-70 senelik başta Einstein, Hawking, Sagan gibi bilim insanlarının astronomi ve astrofizik alanındaki çalışmalarıdır dersek yanılmayız. Ancak bu tarihsel gelişime kronolojik ve geniş perspektifli bir bakış atacak olursak modal realizm akımının felsefeciler arasındaki yayılması ve ilk kez çoklu evrenlerden, bu evrenler arasındaki benzerliklerden ve hatta bu evrenlerin arsında seyahat etmekten; bu konuya esaslı bir matematik ve gerçeklik sorgusuyla yaklaşan fizikçilerden daha önce bu konuda fikir beyan etmeleri ve oldukça kalabalık bir grup insanı da ikna etmiş olmalarından dolayı çoklu evrenler herkesin hakkında konuştuğu ama çoğunluğun hiçbir fiziksel veya matematiksel gerçeklikten haberdar olmadığı bir konu haline geldi. Daha önceki yazımda yer verdiğim üzere; çoklu evrenler kuramlarında yer alan paralel evren modellerinin hiçbirinde bir evren bir diğerine göre içerisinde bulundurduğu maddesellik bakımından benzerlik göstermez. Bu durumun esas sebebi evrenlerin tek ortak noktasının onları var eden enerjinin bütün niceliklerinin farklı olmasına karşın aynı merkeze ait tek bir enerji tarafından oluşturulmasıdır. 

      
1970’li yıllarda modal realizm akımının yayılması ve devam eden süreçte insanlar arasında yaygın olarak oluşan ütopik fikirlerin aksine enerjinin evrenler arasında bir sirkülasyon içinde olması ve dolaysıyla evrenler arası boşlukta bulunması sebebiyle oluşturduğu evrenlerin diğerleriyle pek bir benzerliği olmayacaktır. Bunun sebebi bir evrenin içinde bulunan enerjinin o evrenin ihtiyaç duyduğu maddeselliğe bağlı davranmasıdır ama enerji evrenler arası boşlukta bulunduğu zaman herhangi bir şarta bağlı olmadan davranabileceği için sonsuz opsiyon arasından bir yapı oluşturacaktır, oluşan bu yeni evrenin bir diğerine benzeme ihtimali sonsuzda bir olacak şekildedir. Buna bağlı olarak evrenler arasında pek bir benzerlik olmayacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Daha basit bir şekilde, evrenleri var eden enerji herhangi bir evreni oluştururken bağlı olması gereken hiçbir şart olmayacağı için oluşturduğu evrenin şekillenmesi sonsuz seçenek arasından anlık bir seçime bağlı olacaktır. Bu durum tıpkı evrim teorisinin bağlı olduğu anlık bir amino asit birleşimi gibi anlık olarak bir çeşit “şans” sayesinde şekillenecektir. Modal realizm akımıyla beraber zaman içerisinde gelişen bir başka büyük yanılgıysa her evrende yaşamın var olduğu ve bu yaşamların birbiriyle bağlantılı olduğu düşüncesidir hatta öyle ki bir aralar fizik dünyasında bile konuşulan şekilde bizim seçimlerimizin yeni evrenler var ettiği fikri hayalci bir yaklaşım olmanın ötesinde bir yere gelemeyeceği gibi her evrende yaşamın var olduğu düşüncesi de yanlıştır. Bu durumda her evrenin oluştuğu biçim ve maddeselliği farklarıdır, bizim evrenimizde her “Dünya”nın yaşama elverişli olmadığı gibi kozmik boşlukta bulunan her evrende yaşama elverişli bir veya birkaç gezegen bulundurmaması güçlü bir olasılıktır. Ayrıca evrenlerin tek ortak noktası olan enerjinin bile niceliklerinin aynı olmamasından kaynaklı olarak oluşan yaşamlar varsa bu yaşamların birbiriyle herhangi bir bağlantısı olması beklenemezAncak bu durum evrenler arasında bir etkileşim olduğu gerçeğini de değiştirmez yani evrenlerin arasında sürekli bir sirkülasyon içinde olan enerji bir evrenden diğerine hareketinde veya yeni bir evreni var ettiği zaman daha önce içinde bulunduğu ya da var ettiği evrenden izler taşıyacaktır bu da bu evrenler arasında sürekli bir bağlantı olduğunu gösterir. Enerjinin evrenler arasında sirkülasyonunun olabilmesi için evrenin sınırları içinde de sürekli ve takip edilebilir izler bırakacak şekilde evrenler arası boşluğa çıkarken kullandığı frekans ile hareket ediyor olması gerekir eğer bu frekans saptanır ve zamanla biz insanlar bunu kullanabilecek kadar gelişmiş olabilirsek kendi evrenimiz içinde istediğimiz yere seyahat edebilir hale gelebiliriz ve elbette doğru şekilde hesaplanırsa evrenler arasında maddeselliği ve hatta belki bir gün yaşamı bile buluşturabiliriz.
       
      Eğer bir gün evrenler arasında yolculuk yapılacak ya da herhangi bir şekilde kendi ellerimizle evrenler arasında maddeselliği ya da yaşamı taşıyacak olursak bu da felsefecilerin düşündüğü ya da popüler bilimin gözdesi olan; “Karadelikler evrenler arasında bir kapıdır.” Düşüncesinin ışığında olmayacak her şeyden önce bu durumun birçok katmanı olacak ve bunlar; frekansı doğru hesaplamak, kullanmayı öğrenmek, parçacıkları yollayabilmek ve en son karmaşık yapıların bu seyahati yapabilmesini sağlamak olacaktır yani evrenin içinde bulunan bir çeşit geçitten belli fiziksel ve anatomik tedbirleri alıp elimizi kolumuzu sallayarak geçemeyiz. daha açıklayıcı olmak adına, eğer evrenler arasında seyahat edecek olursak önce frekansı hesaplayıp evrenimizi nasıl terk ettiğini bulabilmiş olmamız gerekir ve zamanla önce bu frekansları kullanarak atomları hatta belki atom altı parçacıkları daha sonra adım adım karmaşık yapıları yollamayı öğrenmemiz gerekiyor ve enerjinin evreni terk etme sebebinin de göz ardı edilmemesi gerekir enerji evrenin içinde uzun süre kalırsa maddesel tekilliğini sağlamış bir ortamda uzun süre bulunduğu için artık maddeyi yok edecek karşıt bir madde yapısı oluşturacaktır yani bizim kullanacağımız frekansta bulunan enerjinin bizim ortamımızdaki maddeye tahammüllü olması gerekir. Bütün bu şartlar sağlandığı zamansa kusursuz matematiksel bir hesap ve fizik bilgisi gerektirecektir ancak bu durumda diğer evrenlere uzanabiliriz. Ancak biz böyle bir başarının çok uzağındayız. Her şartta mümkün kılınabilir herhangi bir fiziksel mucizeye sırt çevirmek içinse çok erken bu yüzden sonuçlanması gereken bir araştırma olacağına inanıyorum. İnsanlık tarihi boyunca başarmaktan uzak olduğumuz her şeye karşı önyargılı davrandık ancak pek çoğunu başardık, uzayda çalışmalara devam etmek için kurulan devasa bir istasyonu kurduk ve diğer gezegenlere, yıldızlara, güneş sistemlerine ve hatta galaksimizin merkezine dair önemli veriler topladık ve buralara yolculuklar yapmaya hazırlanıyoruz. Üstelik aradığımız çözümler enerjiyi kullanmaktan daha zahmetli bir gün sadece enerjiyi kullanarak çok şey yapabilecek kadar enerjiye hakim olabiliriz.

        Enerjiye hakim olmakla evrende ve hatta evrenler arasında söz sahibi bir tür olmak birbirine bağlı şeyler eğer kendimizi, yerimizi, evrenimizi, zamanı ve boyutları anlamak istiyorsak yolumuzun enerjiden geçeceği aşikar. Buna bağlı olarak, eğer enerjiyi anlarsak ya da onunla geçinmeyi öğrenirsek seyahati mümkün olan tek şey kendi evrenimiz veya komşu evrenler olmayacak; ne olduğunu anlayabileceğimiz her şeyle aramızdaki ilişki buna elverişli olacak yani zamanı ve boyutları anlarsak zamanlar ve boyutlar arasında yolculuk yapmanın yollarını da aramaya ve anlamaya başlayabiliriz. Mevcut şartlarda olmasa bile ilerde bir gün bunun yapılmasının yollarını anlamaya veya en azından aramaya başlamak için uygun bir ortamda ve zamandayız. Her şeyden önce sadece kütle bile zamanı bükebilme başarısını gösteriyorken enerjiyle zamanda yolculuk yapmak mümkün olacak kaldı ki enerji boyutların ve zamanın kontrolünde olmadığından bu bağımsızlık ona başına buyruk hareket etme hakkını veriyor olabilir ve enerji pek de kısıtlanabilir olmadan zamanlar ve boyutlar arasında dolaşıyor olabilir bizim yapmamız gerekense bir yolunu bulup bu yolculuğa ortak olabilmek.

Zamanlar ve boyutlar arasında yolculuk yapmanın anahtarı zaman ve boyuttan etkilenmeyen ancak onlarla iç içe olan bir formu kullanmak olmalı. Enerjiher evrenin kendisi olduğundan buna bizimki de dahil olmak üzere bir evrenin içinde bulunabilecek ve bu anahtarı verebilmek konusunda daha iyisi olmayan bir hazine bizim yapmamız gereken bu hazineyi kullanmanın yollarını aramak ve bulmak. Zamanda ve boyutlar arasında yolculuğun da mümkün kılabilir olması ve pek tabii bunun da enerji ile yapılabilir olması benim bu konuda burada anlattığım fikirlerimin üzerine çalışırken doğru bir yol izlediğim kanısına varmamı sağlıyor. 

Korona Virüs nedir ? Ne değildir ?

                  


                  Korona Virüs nedir ? Ne değildir ?



Serap GERMAN / Ege Üniversitesi Temel ve Endüstriyel Mikrobiyoloji




31 Mart 2019 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti’nin Wuhan şehrinde çıkan salgınların bildirilmesi üzerine yeni tip korona virüs tespit edilmiştir. 2019-nCoV (resmi adı SARS-CoV-2) isimli virüs tek zincirli bir RNA virüsüdür. İnsanlarda şiddetli akut solunum sendromu hastalığına neden olur. Sanıldığının aksine dünya üzerinde yeni ortaya çıkmamıştır.Korona virüsler hayvanlar aleminde oldukça yaygın olmakla birlikte çok nadiren ölümcül olan virüslerdir.
Canlılar evrimsel süreçte sürekli bir değişimin içindedir ve farklı türlere de dönüşebilirler.Korona virüslerin bu evrimsel süreçte ölümcül olabileceğini ve salgın hastalığa neden olabileceğini ne yazık ki tecrübe ettik.

Korona virüsler dört alt gruptan oluşur. Bunlar ; Betakoronavirüsler ,Alfakoronavirüsler, Gamakoronavirüser ve Deltakoronavirüslerdir.Korona virüslerin farklı gruplarda incelenmesi genomik yapıları ve konak hücre ile olan antijenik ilişkileri göz önünde tutularak sınıflandırılır. İnsanlarda üst solunum hastalıklarının %30 ‘na bu virüsler neden olur.Bazıları tür içinde kalırken bazıları da hayvanlardan ara konak aracılığıyla insanlara bulaşabilir.Beta ve Alfa korona virüsleri insanlara bulaşarak enfekte eder ve hastalığa neden olur.Yüksek ateş, kas ağrıları ,ishal , zor nefes alma gibi sonuçları doğurabilir.Yapılan genom analizlerinde 2019-nCoV virüsünün %80-90 SARS virüsü ile aynı olduğunu gösteriyor.Fakat SARS virüsüne oranla ölümler çok daha düşüktür.Görüldüğü gibi korona virüslerle uzun yıllardır birlikte yaşıyoruz.


KORONA VİRÜS BİYOLOJİK BİR SİLAH MIDIR ? 


Virüsler biyomühendislerin kullandığı yöntemlerle bilimsel araştırmalarda genetik yapılarının değiştirildiğini ve farklı formların oluşturulduğunu biliyoruz.Fakat yeni tip korona (2019-nCoV) virüsün laboratuvar koşullarınde üretilip biyolojik silah olarak kullanıldığına dair elimizde hiçbir veri bulunmamaktadır.Olmayan şeyler üzerinden felaket senaryoları yazmak ,komplo teorileri üretmek bilimi itibarsızlaştırmak ve güvenilirliğinin kaybettirmek için araç haline gelmiştir.
İnsanlık tarihinde süregelen birçok salgın hastalıklar olmuş ve birçoğu yüzbinlerce ölümle sonuçlanmıştır.Doğada patojenik canlıların var olması doğal bir süreçtir.Bilim ve teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin bu süreci durduramayız fakat salgınlara hastalıkları erken teşhis edip bir an önce tedavi geliştirmek için çalışmalıyız
Kuş gribi (H5N1)virüsü ilk ortaya çıktığında ölüm oranı %60 civarlarındaydı.Şimdi çoğu insan normal bir şekilde bu hastalığı geçirip tedavi sonucu iyileşiyor.Bilim İnsanlarının bazı yaptığı çalışmalarla yeni Tip korona virüsününde bundan birkaç yıl sonra tıpkı kuş gribi gibi olacağını öne sürüyorlar.

KORONA VİRÜS HURAFELERİ


1- Korona virüsler Çinliler yüzünden yayıldı : Korona virüsü üzerinden Çin Halk Cumhuriyetine yapılan saldırıların iyi niyetli olmadığı ve belli merkezler tarafından bilim dışı senaryoların bilinçli üretildiği aşikar.Yazının girişinde korona virüslerin patolojisinden ve mekanizmalarından bahsettik.Özellikle beta tipi korona virüsler Yarasalardan başka bir hayvana geçerek onu ara konak olarak kullanır ve burada evrimleşerek insanlara bulaşır.Bu ara konaklar herhangi bir ülkede herhangi bir hayvan olabilir.O yüzden korona virüsünün ortaya çıkma sebebini Çinli insanlar olarak hedef göstermek doğru değildir.
Çin Halk Cumhuriyeti bu salgın hastalığa karşı tüm devlet kurumlarını ve sağlık çalışanlarını seferber ederek büyük bir örnek oldu.Yapımı belki bir yıl sürecek bin kişi kapasiteli hastaneleri on gün içinde inşaa ettiler ve kullanıma açtılar.Onların verdiği bu mücadele sayesinde yüzbinlerce insana hastalık bulaşması engellendi.

2- Çin’den gelen paketlere dokunmayın hastalık bulaşır : Virüsler yapı itibaren canlı hücre ve dokularda yaşamlarını sürdürürler.Cansız yüzeylerde belli bir saatten sonra canlılıklarını koruyamazlar.

3-Korona virüsüne kalkan kelle paça : Kelle paça çorbasının içinde hayvansal protein, kolestrol ve hayvanın vücudunda biriktirdiği toksinler vardır ve bilindiği üzere bağışıklık sistemine pek bir faydası yoktur.Çok tüketildiği taktirde kalp damar hastalıklarına sebep olabilir.

Dünyadaki salgın hastalıkların tedavisi ve önlenmesi bilimsel gelişmelerin ışığında ,bilim emekçilerinin ve sağlık çalışanlarının sayesinde olmuştur.Asıl felaketler bilim dışı olan yanlış bilgilerle hareket etmenin sonucunda olur.Geleceğimizi ancak bilimin üzerine inşaa edebiliriz.Mustafa Kemal Atatürk içinde ‘’bilim geleceği kurmak için’’dir.
               



Kaynakça :


EDE ŞEN(EGE ÜNİVERSİTESİ PEYZAJ MİMARLIĞI) TÜRKİYEDE DEPREM GERÇEĞİNİ YAZDI.

BİR TÜRKİYE GERÇEĞİ: DEPREM           İnsanoğlunun belki de en büyük hatası göremediklerini unutmak ve sadece görebildiklerine odaklanmaktır...